19 Haziran 2012 Salı

Live In America - Las Vegas (Part:2)

Blog'un Bir Önceki Bölümünde .... : Uçaktan iner inmez kuzenin beni karşıladığından ve Las Vegas'a gidecek uçağa yetişmek için arabayla havaalanından ayrıldığımızdan bahsetmiştim.

... Teyzem de arabadaydı, sohbet muhabbet derken o filmlerde gördüğümüz geniş kavşaklı, bol şeritli yoldan Houston’ın batısında bir başka havaalanına gitmek üzere yola koyulduk. Burada araya girip Amerika maceramda beni cesaretlendiren Erkan ile ilgili ufak bir anektottan bahsetmek istiyorum. O dönem pasaporttu, vizeydi bunların peşinden koşarken Erkan sağ olsun o zeka fışkıran hikayelerine bir yenisini eklemeyi uygun bulmuştu. “Sen şimdi” demişti, “Amerika’da orada burada dolaşırken bir bakacaksın bir polis çevirecek yolunu, şapkalı, eli belinde, silahını çekmeye hazır vaziyette seni sorgulayacak, ne komik olur ??” o gün epey gülmüştük, çünkü çizdiği tablo o gün için fantezi bir sahneydi. Amerikan aksanıyla “lanet olsun!! Bayım elinizi başınızın üstüne koyun ve kıpırdamayın” şeklindeki bir sahne o an için eğlenceli görünmüştü. Neyse işte, hikayeme döneyim, yanımızdan arada geçen polis arabalarını görünce Erkan’ın yapmış olduğu bu espriler gözümün önüne geliyordu dememe kalmadan kuzen, arkamızdan gelen bir polis aracının durmamızı işaret ettiğini söyleyince “hah” dedim “şimdi Erkan’ın ahı tuttu”... Kuzen telaşla aracı emniyet şeridine yanaştırdı. Gözüm arka camdaydı, memur aracımıza yaklaşırken gerçekten de bir eliyle kovboy şapkasını çıkartırken diğer elini silahının kabzasına koyuyordu. Eli belinde silahını çekmeye hazır durumda değildi ama gözlüğü ve şapkasıyla işte o sahne canlanıyordu. Sonunda memur araca ulaşmış camdan o Amerikan aksanıyla ehliyet ve araç ruhsatını talep etmişti. Sonra bir ara arka koltuğa, bana bakmaya ve beni süzmeye başladı. Benimle alakalı sorduğunu o an şıp diye anladığım soruları kuzene soruyordu, sorulanları ve verilen cevapları anlıyordum ama heyecandan yorum yapacak, bir şey diyecek durumda değildim. Bu esnada memur neden bu kadar hızlı gittiğimizi sorunca kuzen, benim Türkiye’den geldiğimi ve beni Las Vegas’a gidecek olan uçağa yetiştirmek için hız yapmak zorunda kaldığından bahsetti. Sanıyorum ki bir defaya mahsus olarak polis müsamaha göstermişti mazeretimize. Elini silahına götürmese de “Lanet olsun bayım ellerinizi başınızın üstüne koyun” demese de Erkan ile güldüğümüz o fantezi sahnesi canlanmıştı.

Polisin gitmemize izin vermesinin ardından tekrar yola koyulduk; 1 saatlik araba yolculuğunun ardından diğer  havaalanına ulaştık ve kendimizi uçağa attık. Houston-Las Vegas arası 3 saatlik bir yolculukmuş, kuzen bahsetmişti. Ben de Houston’a gelene kadar yaşadığım Hintli şanssızlığından dolayı oluşan uykusuzluğumu bu sürede gidermek için gözlerimi kapamayı ve derin bir uyku çekmeyi tercih ettim.
Gözümü açtığımda hava halen aydınlıktı. Ülkemden hareket ettiğimde aydınlık olan hava, Frankfurt’a ulaştığımda aynıydı; hatta bir ara okyanus üzerinde uçuş esnasında yarım saat içersinde geceye dönüp yeniden gündüze döndüğüne şahit olmuştum ama saat 4’te Houston’a indiğimde 3 saat sonra havanın kararmasını beklerken Las Vegas’a vardığım saatlerde hala gündüz 42 derece sıcağı devam ediyordu. Hesaba katmadığım şeyse şuydu: Ben, Türkiye’den beri saat olarak sürekli geriye gidiyordum. Frankfurt’ta 1 saat geriye gitmiştim. Houston’a indiğimde de 6 saat daha. 3 saat daha geriye gittiğimi hesaba bile katmıyordum. Böylece bir günü tam olarak 34 saat yaşama deneyimini hayata geçirmiş oldum. Bunun bana sonraki etkilerini o an için bilmiyordum ama 34 saatlik gün tecrübesinin beni, kumarın merkezi olan bu şehirde hayatımda yapmadığım ve yapmayacağım bir şeyi (12 saat uyumak gibi) gerçekleştirecek şekle sokacağını sonradan fark edecektim.
Seyrettiğim yabancı filmlerde gördüğüm ve dünyada birçok insanın özellikle görmek istediği yerler arasında sayılan bu şehre ilk indiğimde dikkatimi çeken, çöl rüzgarı oldu. 42 derecelik sıcaklık, insanın yüzünü bir fön makinesi edasıyla çarpıyor ve hamam suare hissi veriyordu. Derken, önümüzde bir limuzin durdu.


Teyzem bu aracın bizi otele götüreceğini söylediğinde biraz heyecanlandım, kaldı ki bugüne dek hiç limuzine binmemiştim. Teyzem, arkadaşı Gülşen Teyzem ve eşi, ben ve kuzen Kağan araca bindik. Yaklaşık yarım saat sonra kalacağımız otelin önünde durduk. Hepimiz birer ikişer araçtan çıktıktan sonra otele giriş yaptık. Burada küçük kuzen ve eşiyle bir araya geldik. Sonradan öğrendiğim üzere otel, Las Vegas’ın en ünlü, hatta Hollywood yıldızlarının dahi kalmayı tercih ettiği yegane otellerindendi. Bu oteli, diğer otellerden ayıran bir başka özelliği daha vardı. Bu da “Aslanlı Otel” şeklinde ün yapmış olmasıydı. Bunu, ilk etapta anlayamamıştım veya otel girişindeki büyük altın aslan heykelinden ötürü böyle bir unvan elde ettiğini düşünmüştüm. Ama daha ikinci gün, slot makinelerinde kendi çapımda denemeler yaparken aslan kükremesi duyduğumda neden “Aslanlı Otel” dendiğini anlamış oldum. Otelin cam fanus şeklinde dizayn edilmiş bir bölümünde iki aslan bulunmaktaydı. Zaman zaman bakıcılarının elinden yiyeceklerini yerlerken, zaman zaman da kendi aralarında oyunlar oynuyorlardı. Bu şehirde oteller sadece otellerde kalmaya gelenlerle dolmamaktadır. Oteller öyle bir mimari ile inşa edilmiştir ki, turistik amaçlı olarak da otel ziyaretçilerini de barındırmaktadırlar. İşte bizim aslanlı otelin aslanlarının da ziyaretçileri bizler kadar dışarıdan gelen turistlerdi. Aslanlar da fotoğraf çekilmekten haz alır gibi poz veriyorlar, selam verir edasıyla da kükremeyi ihmal etmiyorlardı.

Las Vegas’ta gece yoktur, vardır da gündüz gibidir. Gündüzleri dışarıda çok insana rastlayamazsınız. O sıcakta kimse dışarıda dolaşmayı düşünmez veya istemez. Ama ben buraya gezmeye gelmiştim ve kuzenlerim bana burada nam salmış tüm otelleri gezdirmeye kararlılardı. İlk durağımız, kaldığımız aslanlı otel olmalıydı ama zaten orada konakladığımız için gezme imkanımız her zaman daha fazlaydı. İşte bu nedenle Ceasar’s Palace’a doğru yola koyulduk. Aslında yolumuz üzerinde birçok otel vardı. Kimisi Mısır piramidi, kimisi Eyfel kulesi şeklinde, kimisi de koca bir uzay mekiğini andıran bir mimari ile inşa edilmişti, zaten halihazırda biz de birine girip birinden çıkıyorduk tabiyatiyle... Ama kuzenlerin amacı daha çok ilgimi çekecek otantik mekanları gezdirmekti. Bu açıdan da Ceasar’s Palace biçilmiş kaftandı doğrusu. İlk girişte güvenliğin karşılayacağını ve arama yapacağını düşünsem de dediğim gibi burada otellerin anlayışı bizdeki anlayıştan çok farklı. Nedeniyse, orada otellere giren her müşteri mutlaka bir şekilde kumar oynadığı için bir "para kapısı" niteliği taşıyor oteller için. Dolayısıyla kimse kimseye “dur, giremezsin” demiyor. Binlerce metrekarelik alana yayılmış olan bu otelde ben yine de sade olgular beklemekteydim. Karşılaşacağım şeylerse aklımı sadece başımdan almakla kalmayacak, fotoğraf albümümü süsleyecek bir anı olarak kayda geçecekti.

Bunlardan ilki, otel tavanının gökyüzü şeklinde inşa edilmiş olmasıydı. Bulutlar ve masmavi bir gök sizleri içine alıyordu. Gerçekten dışarıda mıyım yoksa otelde mi dolaşıyorum, bunun ayrımını yapamayacak duruma gelmek üzereydim. Etrafta Collesium duvarları da benim ilgimi çeken unsurlardan biriydi. Bu duvarların tepelerinde peşi sıra Sezar’a kadar ve Sezar’dan sonra gelen tüm Roma İmparatorlarının heykelleri bulunmaktaydı. Tam bunlarla meşgul olurken, büyük bir salona girdik. Duvarlar akvaryumdu ve içinde çeşit çeşit balıklar, Vatozlar vs. bulunuyordu. Bu salonun tam ortasında iki heykel daha vardı. Daha doğrusu ben heykel olduklarını düşünmüştüm. Birden büyük bir gümbürtü ile bu iki heykel hareket etmeye başladı, kendi aralarında Latince bir şeyler konuştuklarını duyuyorduk. Meraklı gözlerle izlemeye koyulduk elbette; bir yandan da bu manzaranın fotoğraflarını çekiyordum.


Heykel mi gerçek insan mı ayırt edemediğim bu nesneleri daha yakından görmek için yanlarına yanaşmamla büyük bir alev patlaması sıcaklığının yüzüme geldiğini hissetmem bir oldu. Korkmuştum ama heyecanlanmıştım da. Ancak itiraf etmeliyim, format süperdi. Bu salondan başka geniş bir alana açılan kapıdan geçtikten sonra kendimizi Gondollar şehri Venedik’te bulduk

Köprüleri, eski virane yapıları ve mimarileriyle tam manasıyla bir Venedik yaratılmış otelin içinde. Tam bir İtalyan, eski Roma kültürü yansıtılmış. Nehir birebir boyutlarıyla inşa edilmiş, kanallar suyla doldurulmuş ve Gondollar işlemekte bu kanallarda. İnsanlar gondollarla otelin bir köşesinden bir diğer köşesine gidebilmekte. Ben de elbette resim çekmeye devam edebilmekteyim.
Böyle bir otele gelip de makinelerde şans denememek olur mu? Olmaz elbette, hemen bir makinenin başına geçtim; 5-10 dakika şansımı denedim
Bir sonraki gün başka bir oteli gezmek üzere, dönüş yoluna koyulduk. Hava yavaştan kararmak üzereydi, ama hava sıcaklığı bir türlü düşmüyordu ve güneş battığında ben halen pet şişemde kalan son su zerrecikleriyle yüzümü serinletmeye çabalıyordum. Tam bu esnada, Güney Amerikalı olduğunu düşündüğüm bir sokak serserisi önümü kesti ve elime bir karton sıkıştırdı. Önce anlam veremedim ama kartona dikkatlice baktığımda –dikkatlice diyorum çünkü sıcaktan beynim sulanmış durumdaydım- kartonun üzerinde bir çıplak kadın resmi ve altında onun telefon numarası vardı. Kuzenler gülüyordu, teyzem de gülüyordu. Bense anlam verememiştim. Amerika işte, burada göreceğin her şey sonuç olarak belki de hayatında bir daha göremeyeceğin şeyler olacaktı. Her şeyi de beklemelisin. Amerikan rüyası, özgürlükler ülkesi… Bizim ülkemizde böyle bir şeyle karşılaşsan o adamı muhtemelen linç ederler sokak ortasında. Burada gülüyorlar.
Yarım saat kırk beş dakikalık bir yürüyüşün ardından Aslanlı Otele döndük. Daha kapıdan girer girmez yüzüme klimanın serinliği geldiği andaki rahatlamam anlatılamaz. Hemen otelin yemek salonuna geçtik ve bir güzel karnımızı doyurduktan sonra para harcamak için her zaman olduğu gibi slot makinelerinin bulunduğu alanlara dağıldık ailecek.

Güzel bayanlar burada poker masalarının, slot makinelerinin etrafında dolaşıyorlar. Genelde içecek ve alkol servisi yapılıyor. Ücretsizdir genelde bu servis, nedeni insanın kafasını uyuşturup masadan ya da makinenin başından kalkmasını engellemek gibime geliyor. Klimanın serinliğinin beni rahatlattığından da bahsetmiştim. Şöyle ki, aslında bahsettiğim şey klima değil oksijen havalandırmasıydı. Bu şehirde, otellerde klima bulunmazmış. Havalandırma kanallarından taze oksijen pompalaması yapılıyormuş ve bunun nedeni insanları sürekli ayık tutarak masadan ayrılmasını, slot makinesini bırakmasını engellemekmiş. Yani özetle alkol transferi de oksijen transferi de aynı görevi görüyor burada otellerde.
İkinci gün; artık günleri karıştırmaya başladığımın başlangıcıydı. Kahvaltıya indik, etrafta yok "yok". Tabağımı aldım ve yavaş yavaş doldurmaya başladım. Sucuklu, sosisli yiyecekler, aç karnımı kendinden geçirecek bir görüntüye sahipti. Süt ve Cornflakes’in yanına bile yanaşmıyordum, gözüm pizzalardan başka birşeyi görmüyordu açıkçası :)  Derken masaya oturdum ve mis gibi görünen pizzamdan ilk ısırığı alırken kuzen:
- Farkında mısın kuzen, domuz etiyle yapılmış bir pizza o (!)…
- Hadi canım ? Sosisli olanlar?
Hepsi…
Demeyin ya…
Dedik bile…
Hevesin kursağında kalması böyle bir şey, o yanına yanaşmadığım süt ve Cornflakes’e kaldım mı ben yine? Aç kaldığımı ve aradığımı bulamadığımı anlamış olacak ki teyzem hemen olaya müdahale etme gereği duydu. Kolumdan tuttuğu gibi beni tavuk ızgara ve kanat yapılan bir başka yeme-içme salonuna götürdü. Şişte dönen tavuk kanatlarına nasıl saldırdığımı ben bile hatırlamıyorum şimdi. Yediğim bir kanat parçasının boyutunun bizdeki bir tavuk kadar olduğunu söylersem de abartmış olmam. İkinci kanattan sonra tıkandım zaten.
Las Vegas’ta yaşadığım bir başka ilginç olaysa Jetlack mevzuudur. Gidip de gelenler, sıklıkla seyahat edenler bilir, saat farkından dolayı ileri de gitsen geri de gelsen epey bir afallama yaşarsın. Las Vegas’a indiğimin ikinci günü, sanki doğduğumdan beri hiç uyumamışım gibi yaklaşık 14 saat uyuma hissiyatına kapıldım. İlk indiğim günü 34 saat yaşadığımı düşünürsek, 14 saatin lafı olmazdı. Hayatımda o kadar uyuduğumu da hatırlamıyorum

4 günlük Las Vegas macerasının ardından, dönüş için havaalanının yolunu tuttuk otelden ayrılıp. Amerika macerasının başlangıç noktasının sadece filmlerde tanıdığım bu yerle başlamış olması benim için unutulmaz bir deneyimdi. Sonunda Houston’a dönüş uçağına bindik, 3 saatlik bir uçak yolculuğunun ardından yağmurlu ve fırtınalı bir günün akşamüstünde Houston’a iniş yaptık. Teyzemin arkadaşı Gülşen Teyze ve eşi, bizi eve bıraktıktan sonra gözden kayboldular.

Gelecek Bölümde : Houston Ve San Antonio'nun Fethi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Devrim niteliğindeki DeFi Protokolü IPOR 22 Mart 2023'te Bitget'te listelenecek

  Bitget, geleneksel finans oyuncuları için IPOR pratik çözümü ile DeFi ve TradFi arasındaki boşluğu dolduracak Victoria, Seyşeller, 20 ...