18 Haziran 2012 Pazartesi

Journey To The US...

Amerika mevzuu çok eski bir hikayedir aslında bende... Senelerce bu ülkeye gitme hayaliyle yanıp tutuşmakta iken, sağ olsunlar annem ile babam bu konuya hiç sıcak bakmamışlardı senelerce. Benim, bu hayalimi gerçekleştirmem ancak 27 yaşındayken mümkün olabilecekti. Aslında yine aklımda yoktu, senelerdir yılda yada iki yılda bir bizleri ziyarete gelen Nurdan Teyzem, artık bizim aileden birilerini de ziyarete beklediğini söylemişti. Ablam evliydi, eşiyle böyle bir planı yoktu. Annemle babam da başta belirttiğim gibi kuş olma konusunda hevesli değillerdi ama ben Amerika’yı görmeyi çok arzuluyordum ve artık bunu hayata geçirmemin de vakti gelmişti.
Olur mu olmaz mı derken son kararımı verir vermez hemen Nurdan Teyzemin oğullarıyla bağlantıya geçtim; çünkü tüm detaylarıyla prosedürleri öğrenmem şarttı öncelikle. İngilizce biliyordum, sonuçta kolej mezunu olmam bana avantaj sağlayacaktı ama acaba konsolosluk mülakatından geçebilecek miydim? Asıl sorun buradaydı.
Önce gerekli belgeleri toparladım. Bu esnada pasaport olayını da hallettim tabi.
Pasaport işlemlerini hallettikten sonra sıra, elbette ki Amerikan Başkonsolosluğundaki mülakatı ayarlamaya gelmişti. Kolay mı zor mu olacak bunu bilmiyordum ama içimde hep bir tereddüt, hislerim nedense bana vize vermeyeceklerini yönündeydi. Bu arada randevu tarihini Temmuzun son haftasına vermişlerdi. O iki hafta nasıl geçecekti Ya rab?
Öyle yada böyle, Temmuz ayı bitti, mülakat günü geldi çattı. Sabah saat 10:30 sularında geniş güvenlik önlemleri altında yaklaşık 15-20 kişilik gruplar halinde içeriye alındık. Bizi izbandut şeklinde niteleyeceğimiz türden güvenlik görevlileri karşıladı içeride. Bizi bir soymadıkları kalmıştı, kemerimin pimi düşmüştü ben de cebime koymuştum kaybolmasın diye. Meğersem ne büyük hata yapmışım. Yarı Türkçe yarı İngilizcesiyle güvenliklerden biri bana “size her şeyi dedektörden geçirmeniz gerektiğini söylemedik mi” diye çıkıştı. Kendi ülkemde, kendi topraklarımda bu muameleyi görmek çok ağırıma gitmişti o gün.
Neyse, içerde banka şubesi gibi bir tarafta insanlar gişe kuyruğunda bir tarafta numara alanlar sıralarının gelmesini beklemekte… Ben de bir numara aldım ve boş bulduğum bir koltuğa kıvrıldım. Etrafımı meraklı gözlerle süzüyordum, her yanda güvenlik görevlileri dolanıyor, insanları göz hapsinde tutuyorlardı. Gişe dediğim noktalarda arkada duran bayan ya da erkek memurlar, vize talebinde bulunan adaylara sorular sormaktaydılar. Mülakatı istersen Türkçe, istersen İngilizce yapabilme serbestisi tanıyorlardı burada. Önce garip karşılamıştım; sonra düşününce herkes yabancı dil bilemezdi ki elbette. Bir ara güvenliklerden birinin beni uzun uzun süzdüğünü fark ettim. Açıkçası tedirgin de oldum, gerçi onca güvenlik noktasından geçtikten sonra tehlike arz edecek bir durumum zaten yoktu ancak meraklı gözlerle etrafı kolaçan etmem sanıyorum dikkat çekmiş olmalıydı. Derken sıra bana geldi, gişeye yöneldim.
-      Welcome Mr. Ünlü, would you like to debate ın English or in Turkish?
-      English, please.
-      OK then, why do you want to go to the US?
-      Hmmm, to visit my relatives, my aunt lives in Houston.
-      When will you return to Turkey?
-      I think ı will visit my aunt for two weeks, then will return to my country…
-      …….
Memur vizeyi aldığımı söylerken Türkçe “Hayırlı Olsun” dediğinde, ilk girişte zoruma giden olaydan eser kalmamıştı nedense… Vizeyi almanın verdiği hazla, doğruca Taksime yola koyuldum. Şimdi sırada uçak bileti olayını halletmek vardı çünkü. Uçak bileti için en uygun fiyatlı tarifeler neyse onları tercih etmeye çalıştım, zira bu seyahat bana tuzluya mal olacaktı J Aktarmalı tarifeler daha uygun görünüyordu. Uçak 2 saatlik bir yolculuk sonunda Frankfurt’a varacak, oradan 13-14 saat süren bir yolculuk sonunda da Houston’a inecekti. Benim için de değişik olacaktı, Amerika’ya giderayak Almanya topraklarına da basmış olacaktım. Uçak biletimi de  kestirdikten sonra işyerine geri döndüm, ağzım kulaklarımda çalışmaya koyuldum.
Takvimler 25 Eylül 2009’u gösterdiğinde artık her şey hazırdı. Koca yaz tatili bitmiş, üstüne koca bir ramazan ayı geçirilmiş, bayram atlatılmıştı ama benim için asıl tatil ve bayram belki de şimdi başlıyordu. Hani yeni bir ayakkabı alırsınız, yeni bir kıyafet falan, onu giymek için sabırsızlanırsınız, öyle bir sevinç vardı içimde. Biraz da korku elbette.
Annemlerle helalleştikten sonra iki bavulumu kaptığım gibi eniştemin arabasına doluştum. Bavullardan biri boştu. Çünkü dönüşte, aldığım hediyeleri ve eşyaları bu bavula tıkıştıracaktım. (Gidecek olanlara tavsiyedir J)
Saatler 06:00’yı gösterdiğinde artık uçaktaydım. Koltuğuma kuruldum ve kalkış heyecanına bırakıverdim kendimi. İlk kalkışta insanın içinin çekilmesi kimisine mide bulandırıcı gelir kimisineyse eğlenceli… Ben ikinci kategorideyim, bu tip durumlardan kendime keyif çıkartmayı severim. Heyecan uykusuzluğunun verdiği yorgunlukla kendimi uykunun dayanılmaz çekiciliğine bırakmaya karar verdim. Hem beklentim de uçak Frankfurt’a vardığında uyanmaktı. Gerçekten de iki saat sonra uyandığımda uçak inişe geçmiş, kaptan iniş anonsunu tamamlamıştı. Ben o heyecanla emniyet kemerini kalkıştan sonra açmamışım, bütün yol boyunca kemerle seyahat etmişim. (Wayy Arkadaşşş J)

Almanya vizem de bulunsaydı hiç düşünmez bir iki saat Frankfurt merkezde dolaşabilirdim ama 3 saatimi havaalanında geçirmek durumunda kalacaktım. Büyük bir havaalanı olmasından dolayı sıkılmam olanaksızdı zaten, epeyce dolaştım, hediyelik eşya dükkanlarını gezdim. Houston’a gidecek uçağın saatini doldurana kadar havaalanını hallaç pamuğu gibi attım.
Tam uçak saatine yaklaşıldığında kabin kapısına gittim. Şansıma kapı görevlisi bir Türk’tü. Beni, o an oldukça şaşırtan ve korkutan bir uyarıda bulundu. “Saatinizi geri alın çünkü Türkiye saatinden bir saat geridesiniz.” Ya Çin’e gidiyor olsaydım, belki de bir saat farkla kaçırmış olurdum. Görevlinin uyarmasıyla saatimi bir saat geri aldım ama bu bir saat daha beklemek anlamına geliyordu.
Bir saat sonra, 3 katlı uçağın ilk katında bana ayrılan koltuğumda yerimi almıştım. Aynı heyecanla… İyice koltuğuma yerleştikten sonra yanıma oturan hafif yaşlıca bayanı az biraz süzdüm. İlkokul öğretmenimize benziyordu kadın, gözlerinin altı hafif kırışık vaziyetteydi; ama yanakları yumuşak görünüyordu, belli ki kendine bakıyordu. Teyzemden bilirim, onu ne zaman öpsem pamuk öpmüş gibi hissederim. Bu kadının da yanakları öyle duruyordu. Kendisini süzdüğümü ve merak ettiğimi anlamış olacak ki bana dönüp gülümsedi:
-      Are u Turkish? (Yuhh nereden anladı acaba?)
-      Yeah, I’m Turkish, but how did u find out this?
-      You look so curious J
Genelde Türkler yabancıları uzun uzadıya süzermiş. Kadın da Türk olduğumu buradan anladığını söyledi bana. Her nedense kadını sevmiştim, ara ara sohbet edebileceğim birini bulduğumu düşünüyordum koca uçakta.
Tam bu düşüncelerle etrafıma bakınırken kapıda saçlarını yakarak şekil vermiş, hip-hop’çı görüntüsü içersinde zenci bir adam belirdi. Daha görür görmez yanıma oturmaması için dua etmeye başladığım bir tipi vardı, şekil-şemal olarak iğrençlik derecesinde bir görüntüye sahipti. Demeye kalmadı, adam önce yanımdaki bayandan, ardından benden müsaade isteyerek cam kenarı tarafına kuruluverdi. Hadi geçmiş olsun (!) Genelde insanlara karşı önyargılı olduğumu düşünürüm, sonradan bunu kendim kırarım ve samimiyet kurulması gerekiyorsa üstüme düşeni yaparım. Ancak daha kapıdan girdiğinde tiksinme derecesinde görüntüsüyle kendimi önyargı duvarımın içine hapsettiğim bu adam, gerçekten de önyargımı hak edecek bir profil çiziyordu. Kendimce, en azından kulaklığı takıp her şeyden uzak bir seyahat geçireceğimi düşünürken, burnuma o kesif koku gelmeye başladığında bu yolculuğun düşündüğümden de feci şekle bürüneceğini anladım. Yanımdaki bu ipsiz sapsız adam tam manasıyla köri kokuyordu, bu da kendisinin “Hint Fakiri” tabirini ne kadar hak ettiğinin göstergesiydi. Kaldı ki bir ara pasaportunu çıkartıp bir şeyleri kontrol ettiğinde gerçekten de bu adamın Hintli olduğunu anlayıverdim. Ama çaresizdim, bir şekilde bu 14 saat geçecekti. Ama nasıl geçecekti ???

Takriben bir saat sonra falandı, ufaktan karnım acıkmaya başlamıştı, solumda oturan bayanla küçük sohbetlerimizi yapmaya devam ediyorduk, benim için de iyiydi bu durum; pratik yapıyordum, gittiğim yerde mutlaka faydası olacaktı bana. Sonradan sohbet esnasında öğrendim, bu bayan Birleşik Devletlerin Dakota eyaletindenmiş; orada anaokulu öğretmenliği yapmaktaymış. Hatta bir dönem benim mesleğimi de yaptığından bahsetti.  Frankfurt’a da turistik amaçla gittiğini anlattı bana. Ben de Amerika’ya niçin gittiğimi, neler yapacağımı, nereleri dolaşacağımı anlattım. Oldukça lezzetli geçen bu sohbet beni de Dakota’lı Bayan Helen’i de keyiflendirmişti. Ama Hint Fakirinin yemeye niyeti yok gibiydi. İnanılmaz bir horuldamayla uyuduğundan ne bize rahat verecekti ne de yediğimizden içtiğimizden bir şey anlayacaktık. Horlaması bir taraftan, köri kokusu diğer taraftan seyahat ufaktan zaten kabusa dönüşmüşken bir de salya sümük uyuması olayın üzerine tuz-biber ekmişti. Olan da gelen güzelim yemeklere olmuştu; midemin bulantısından et soteyi yiyemediğim gibi, adam uyanana kadar en az 3 saat de kendim uyuyamadım.
Bu zorlu yolculuğun ardından kendimi G.W.Bush havaalanına inmiş buldum. Sonunda Amerikan topraklarındaydım. Güvenlik noktalarından yeniden geçtikten sonra sert bakışlı bir polis memuru beni karşıladı :

-       Welcome to the US, ı have to ask some questions; first of all, how long will u stay here ?
-       Only for 2 weeks
-       Why did u choose to come to the US?
-       To visit my aunt, here is the invitation letter of her…
…diyerek teyzemin, ben daha ülkemdeyken bana göndermiş olduğu davet mektubunu memura ilettim. Dikkatli bakışlarını bir mektuba bir bana yönelttikten sonra pasaportuma onay damgasını vurdu ve bir sonraki yolcuya yanına gelmesi için işaret etti. Ben de güvenlik noktasından ayrıldım. Havaalanının kapısında teyzemin büyük oğlu beni bekliyordu, kendisiyle hasret kucaklaşmasını da gerçekleştirdikten sonra Las Vegas uçağına yetişmek üzere arabaya yöneldik…
Yarın: Live In America (Part 2)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Devrim niteliğindeki DeFi Protokolü IPOR 22 Mart 2023'te Bitget'te listelenecek

  Bitget, geleneksel finans oyuncuları için IPOR pratik çözümü ile DeFi ve TradFi arasındaki boşluğu dolduracak Victoria, Seyşeller, 20 ...