30 Aralık 2013 Pazartesi

*** Gecelerin Yargıçları ***

Güneş battıktan sonra direksiyon başına geçmenin dezavantajları malum. İstatistikler gece gerçekleşen kazaların gündüz kazalarından 3 kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Gece güvenli sürüş için gecenin getirdiği tehlikelerin farkında olmak lazım elbette.


Görüş kapasitesi – Gece görmenin daha zor olduğu ortada. Karanlıkta yol tabelalarını, diğer sürücüleri, yayaları, bisikletlileri ve hayvanları görmek daha zor. Bu yüzden de doğru mesafeyi ayarlamak da bir sorun... Çözüm basit; yavaşlayın ve diğer araçlarla aranızdaki mesafeyi artırın gençler...

Yaş Faktörü - Yaşla beraber görme yeteneğimiz de azalıyor. 50 yaşındaki bir sürücü, 30 yaşındaki bir sürücünün gördüğü gibi görebilmek için iki kat daha fazla ışığa ihtiyaç duyuyor. Çözüm şu; gençlik iksiri bulma ihtimaliniz yoksa tek çare yavaşlamak ve yaşla birlikte etrafınıza daha fazla dikkat etmek.

Gecelerin Alkollüleri –Özellikle hafta sonu geceleri, alkollü sürücülerin yollarda olma ihtimali çok daha yüksek. Buna çözümümüz; normal şartlarda beklemeyeceğiniz hareketleri diğer sürücülerden bekleyin. Hem daha dikkatli sürmek hem de sinyalinizi bir sonraki hareketinizi net bir şekilde anlatacak şekilde verin.

Peki gece sürüşünü nasıl daha güvenli hale getirebilirim? 

- Farlarınızın açısını ayarlarsanız hem yolu daha iyi görmüş hem de diğer sürücülerin görüşünü engellememiş olursunuz.

- Çok standart bilgi ama alkollü araç kullanmak, sürüş becerinizi azaltacağı gibi reflekslerinizi de yavaşlatacaktır, araç kullanacaksan alkol alma, alkol alacaksan araçla çıkma.

- Sigara içmek de aynı şekilde gece sürüşü için zararlı. Sigarada yoğun şekilde bulunan nikotin ve karbon monoksit gece görüşünü zorlaştırıyor. Ben de bilmiyordum, yeni öğrendim.

- Özellikle alacakaranlıkta, farlarınızı muhakkak yakın. Sizin yolu daha iyi görmeniz demek diğer sürücülerin de sizi daha iyi görebilmeleri anlamına gelir.


- Her durumda hızı azaltmak ve takip mesafesini artırmak doğru olur. Geceleri diğer sürücülerin hızını ve ne kadar uzakta olduğunu kestirmek çok daha zor.

- Uzunlarınızı sürekli yakmayın; uzunları yakmak hem sizi hem de karşı taraftan gelen diğer sürücüleri tehlikeye atacaktır. Aydınlatılmış alan sizin fren yapabileceğiniz bir mesafeden fazlaysa kör nokta yaratıyorsunuz demektir. Uzunlar, takip ettiğiniz aracın sürücüsünü de etkiler.

- Karşıdan gelen sürücü uzunları yakmışsa, yapabileceğiniz şey yolun sağ ucuna odaklanarak onu bir rehber gibi kullanmak. Farlara direkt olarak bakmayın.

- Gece sürüşünü tehlikeli yapan durumlardan biri de yorgunluk ve yavaşlayan refleksler.  Yorgun hissediyorsanız mutlaka durup dinlenin.

- Gece aracınız arızalanırsa, yolun mümkün olan en uzak köşesinde durmanızda yarar var. Reflektörleri ve dörtlüleri yakarak diğer sürücülere görünürlüğünüzü artırmak hayati önem taşıyor.

- Gece görüşü gözlüğü olarak satılan sarı gözlüklere ise inanmayın çünkü bir çok sağlık kuruluşunun yaptığı açıklamalara göre bu gözlükler yalnızca daha iyi gördüğünüzü düşünmenize neden oluyor ve bu da gece sürüşü için oldukça tehlikeli olabilir.



- Bir şehir otobanında değil de, daha kırlık bir alanda yolculuk ediyorsanız, geceleyin önünüze atlayabilecek hayvanlar da sorun olabilir.  Farlarınızın hayvanın gözlerindeki parlak yansıması hayat kurtarabilir. Hayvanı görmeden önce gözlerini fark edebilirsiniz. Böyle bir durumda mümkün olan en kısa sürede yavaşlamak  ve  hayvanın geçmesini beklemek en doğru hareket olacaktır.

22 Ekim 2013 Salı

Aşk Tadında Bir Hikaye...

Öyle çok seviyorlardı ki birbirlerini...

Ne taştan döşekleri, ne de iki göz odaları umurlarındaydı. Varsa yoksa aşk, varsa yoksa bir yastıkta kocamaktı onların derdi... Bir gün bu aşk dolu ama 5 parasız çift tanışma yıl dönümleri için birbirlerine hediye almaya karar verdiler; ne pahasına olursa olsun yapacaklardı bunu.. Sevgilerini bir kez daha göstermek için.. Genç kız sevgilisine saat zinciri almaya karar verdi çünkü, sevgilisinin babasından yadigar köstekli bir saati vardı. Zinciri yoktu ve saatini çok ama çok seviyordu. 
aşk ile ilgili görsel sonucu
Delikanlı da sevgilisine saç tokası almaya karar verdi çünkü ,sevgilisinin beline kadar uzun ve güzel saçları vardı; hiç tokası yoktu ama saçlarını çok ama çok seviyordu. 

O gün geldi çattı; ikisi de çok heyecanlıydı, çünkü birbirlerinden habersizdiler ve sürpriz yapacaklardı. Delikanlı elindeki tokayla genç kızın saçlarına hayretle baktı ve aynı anda genç kız delikanlının saatinin her zaman durduğu boş cebine hayretle baktı ve ellerinde hediyelerle öylece kalakaldılar. Çünkü genç kız saate zincir alabilmek için o güzelim saçlarını; delikanlı da tokayı alabilmek için baba yadigarı o çok sevdiği saatini satmıştı. İkisininde gözleri dolu dolu, ağlamaklı sarıldılar birbirlerine... Bu aşk için tanrıya ve birbirlerine binlerce kez şükrettiler. Şimdi saati olmayan bir zincirleri, takılacak saç olmayan bir tokaları ve dünyanın satın alamayacağı kadar büyük bir aşkları vardı....

20 Ağustos 2013 Salı

Korku Görecelidir :)


Korku kimi zaman göreceli, kimi zaman şaka gibi... Sadece kendimi o an asansördekilerin yerine koyuyorum... buradan seyretmek ve tebessüm etmek kolay; ya orada olsaydık...?

Şaka gibisin SAMARA...





9 Ağustos 2013 Cuma

Kadınlar Pazarı (!!)

Başlık sizi yanıltmasın...
Bir İstanbullu olarak Siirt Pazarının Kadınlar Pazarı olarak adlandırıldığını henüz ben de yeni duydum. Şehir dışında yaşıyorsanız ve İstanbul’u ziyarete geldiyseniz, "hafta sonu nereye gitsem de değişiklik olsa" diyorsanız Fatih’te bulunan Kadınlar Pazarı’na uğramalısınız. Bu Pazar, Güneydoğu Anadolu’nun yöresel lezzetlerini amatör gurmelerle buluşturuyor. Ben de bunun üzerine yazmayı uygun buldum bugün…
Kadınlar Pazarı’nın tarihçesi epeyce bir eski. Romalılar döneminde Kadınların satıldığı köle pazarlarından almış adını burası... Seksenlerde, Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi’nin ortaklığında restorasyon çalışmaları yapılmış. Tarihi dokusuna dokunulmadan mekan elden geçirilmiş. Gitmeyi düşünmeye başladıysanız hatırlatayım; Siirt Pazar’ına Unkapanı Atatürk Bulvarı üzerindeki eski Tekel Genel Müdürlüğü - ki şuan orada Medipol Üniversitesi bulunuyor - önünden, “Zeyrek”e saparak ulaşabiliyorsunuz.

büryan kebabı ile ilgili görsel sonucu

Kadınlar Pazarı’nda; Siirt, Muş, Van ve Diyarbakır’a ait yöresel ürünler bulunuyor. Pazar’da, Siirt Balı, Van’ın Otlu Peyniri ve Diyarbakır’ın kendine has yemekleri, mekanın ziyaretçilerini kendine çekiyor açıkçası.
Güneydoğunun damak tadını yansıtan lezzetlerinden Büryan kebabı kesinlikle en popüler yemek bu noktada... "Sur Ocakbaşı" ise bunu en güzel icra eden mekan pazarın içinde. Denemeden çıkmak ciddi bir hata hatta büyük bir kayıp olabilir. Sadece yaptıkları çeşit çeşit yemekler değil, tatlıları da meşhur olmuş. "Sur Tatlısı" adını verdikleri tatlıları ile mekan ziyaretçilerine büyük bir ziyafetin sürprizini sunuyorlar.
Kısacası;
Benden sizlere bir ziyaret noktası daha... Siirt Pazarı, diğer adıyla "Kadınlar Pazarı" (!!)...

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Kalsiyum'un Simgesi Ca'dır :)))

Son zamanlarda kemik kırılganlığı riski ile mücadele etmek için bedene yeteri kadar kalsiyum kazandırmak gerekiyor. Çünkü kemiğe dayanıklılık kazandıran, yani çimento işlevi gören minerallerin başında kalsiyum geliyor. Kalsiyum yalnız sağlam kemikler için lazım bir element de değil. Kalbin tıkır tıkır çalışması, sinir iletilerinin yürütülebilmesi, kasların düzgün çalışabilmesi için de bire bir.



NE KADAR ALMALI?

Doğruyu söylemek lazım, doktorlar bile sağlıklı ve güvenli kalsiyum miktarının ne olduğu konusunda tam olarak bilgi sahibi değiller. Mesela besinlerle çok az kalsiyum kazanan Hindistan ya da Japon yaşlılarında kalça kırığıyla karşılaşma olasılığı, her gün 1000 mg.dan fazla kalsiyumu vücuduna almayı başaran İskandinav kadınlarından daha az! Bununla birlikte günde ortalama 500-750 mg kalsiyumu vücuda kazandırmaya çalışmak en doğru yol gibi görünüyor.

YOĞURTSUZ OLMAZ!

Kalsiyum açısından zengin besinlerin başında süt ve süt ürünleri geliyor, bunu hepimiz biliyoruz. Bir kase yoğurtta 300-400 mg civarında kalsiyum var. Süt de güçlü bir kalsiyum kaynağı. Bir bardak süt 300 mg civarında kalsiyum içeriyor. Peynirin her türü kalsiyum açısından zengin; sert peynirlerde ise daha fazla kalsiyum var. Bademde de bol miktarda kalsiyum olduğu kanıtlanmış. Prensip olarak yeteri kadar süt, yoğurt veya peynir tüketiyorsanız kalsiyum yönünden ciddi bir problem yaşamayacağınız anlaşılıyor.



KEFİR ÖNEMLİ

Kefire gelince… Kefir, yıldızı yükselen bir içecek... Süt ürünleri içinde probiyotik bakterilerden en zengin olanı bu besin. Evde taze yapılabilmesi, ucuz maliyeti önemli bir avantaj. Ama tadı biraz sorunlu. Bazı eklemeler (meyveli kefirler) yapılması, tadının daha hoş hale getirilmesi lazım. Kefir bilinen en güçlü bağışıklık desteklerinden biri ayrıca. Besin değerinden çok, bu yanı öne çıkıyor.
 
Kalsiyum hangisinde daha fazla, hangisinde daha az...???

Buğday ekmeği ....................96 mg
Yumurta sarısı ....................147 mg
İnek sütü (pastörizeyse) ..........118 mg
Yağsız süt ..........................123 mg
Kutu süt ............................245 mg
Süt tozu ..........................1300 mg
Yağsız yoğurt......................415 mg
Kakao tozu ........................125 mg
Çedar peyniri......................840 mg
Sütlü çikolata......................214 mg
Tam yağlı kaşar ..................725 mg
Yumuşak peynir ................315 mg
Taze soğan ........................168 mg

Badem içi ..........................135 mg
Ceviz ................................254 mg

Domates ............................163 mg

2 Haziran 2013 Pazar

Kemal Atatürk ve Sultan II.Abdulhamid

Şüphesiz ki II. Abdülhamit"in imparatorluğu yönettiği 33 yıllık dönem (31.03.1876-27.4.1909) Osmanlı tarihinin en fazla tartışılan dönemlerindendir. Bu dönemi tartışılır kılan ise Tanzimatla başlatılan sürecin ortaya çıkardığı kargaşa ve çöküşün durdurulmasına yönelik II. Abdülhamit"in uyguladığı politikalardır.

Abdülhamid"in uyguladığı politikalar bu güne kadar bazılarınca eleştirilirken bazılarınca da savunuldu. Ancak bir gerçek var ki o yıllara ait olayların ve içinde bulunulan şartların iyi değerlendirilmesi gerek.

 

Abdülhamid'in tahta çıktığı yıllar imparatorluğun en çalkantılı yıllarıydı. Amcası Abdülaziz tahtan indirilerek öldürülmüş yerine daha sonra Abdülhamit"in kardeşi 5.Murat tahta çıkmış, üç aylık bir süre sonunda o da tahtan indirilmişti. Abdülhamid hatıralarında, amcası Abdülaziz"in İttihatçıların önde gelenlerinden Hüseyin Avni Paşa ve Mithat Paşa tarafından organize edilen bir ekip tarafından öldürülerek yerine aynı zamanda mason olan 5.Murat"ı tahta çıkardıklarından bahseder. Bu yüzden kardeşi Murat'ı hiç sevmediğini hatıralarının birçok bölümünde belirtir. 

II. Abdülhamit hatıralarında, asıl ilgimi çeken bölüm ise Mustafa Kemal Atatürk"ten de bahsetmesiydi. Çanakkale savaşının yaşandığı yıl Selanik"te sürgünde bulunan Abdülhamit, savaşla ilgili haberleri gazetelerden öğrenmeye, bazen bu haberleri doğrulatmak amacıyla saraydan aracılar vasıtasıyla haber almaya çalıştığını belirttikten sonra devamında aynen şunları söylüyor : 

“Rabbime şükürler olsun ki, ummaya bile cesaret edemediğim zafer haberi ulaştı. Düşman tasını tarağını toplamış askerlerinin yarısını denize, yarısını gemilerine dökerek Çanakkale önünden çekilip gitmişti. Bu büyük zaferi, Mustafa Kemal Bey adında bir miralay (albay) kazanmış. Allah, devletime hizmeti geçenlerden razı olsun." 

Uzun bir müddet sonra oğlum Abit Efendi, benimle konuşurken bu Mustafa Kemal Bey"le tanıştığını söyledi. Hem de burada Beylerbeyi sarayında tanışmışlar! Teaccup ettim (Şaştım). Burada ne arıyormuş dedim. Yüzbaşı Salih Bey cevabını verdi. Ara sıra arkadaşını görmeye geliyormuş.  

Bundan memnun oldum. Devletimin yüzünü ağartmış bir Paşa"nın Abit Efendi"ye yakınlık göstermesi bir şahsiyeti olduğunu anlatıyordu. Oğluma münasip bir mukabelede bulunmasını hatırlattım. Biraz vakti halim olsa “Bir altın saat” diyecektim ama hem dedikodusundan çekindiğim hem oldukça müzayeka (geçim sıkıntısı) olduğum için bir şey söylemedim. Bir daha arkadaşına gelecek olursa haber ver, bende göreyim demekle iktifa ettim (yetindim).” 

Abdülhamit devamında Mustafa Kemal"i bir defa uzaktan gördüğünü ve sıradan askerlere benzemediğini, kendisine başarı için dua ettiğini belirtiyor. 

Bana göre ki bu herkese göre değişkenlik gösterebilir, 2.Abdülhamid toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihi şahsiyetlerindendir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekasıyla ayakta tutan büyük bir sultandır aslında.

Atatürk ve Abdülhamit, işgal ve emperyalizmin karşısında direnç oluşturmuş iki büyük devlet adamı... Tarihi incelemiyoruz, okumuyoruz. Okuyana kadar ben de "İstibdat Dönemi" olarak adlandırılan dönemin şu ankinden farksız olduğunu, 2.Abdülhamid'in baskıcı bir rejim uyguladığını düşünüyor ve kızıyordum.
"Türk Olmak Ayrıcalıktır", bunu başlatan onlar yaşatansa bizleriz...

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Elde Etmek İçin İnanmak da Gerek; Hayırlı Kandiller...

Sevdiğim, değer verdiğim bir arkadaşımın tavsiyesine uyacağım ve lafı çok uzatmadan bugünün önemini kısaca paylaşacağım :)

İlgili resimBugün Regaib Kandili... Regaib, arapça bir kelime ve "reğa-be" kökünden geliyor. "Reğa-be" de kelime olarak, "herhangi bir şeyi çok istemek, arzulamak ve onu elde etmek için çaba göstermek" anlamı taşıyor. "Reğib" kelimesi ise, "kendisine rağbet edilen, arzulanan şey" demek. "Reğibe"nin çoğulu da "regaib" olunca haliyle biz bu şekliyle biliyoruz.

Malumunuz yakında 3 aylara giriyoruz. Başlangıcı olan Recep ayının ilk cuma gecesi İslam inanışına göre "Regaib Gecesi". Bu geceye "Regaib gecesi" ismini melekler vermişler. Allah bu gecede, inananlara bol bol ikramlarda bulunurmuş. Bu geceye önem verip değerlendirenleri affedermiş. Bu gece yapılan duaları kabul eder; namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere sayısız sevaplar verirmiş. Bundandır ki Recep ayında oruç tutmak epey faydalı kabul ediliyor dinimizce.

Recep ayının ayrıca "tövbe ayı" olduğu da söylenir. "Allahım, ben anlayamamışım, hata etmişim, bilememişim, suçluyum, kusurluyum; beni affet..." diyerek hatayı kabul etmek büyük önem taşıyor.

Gelelim Mübarek Kandil Gecelerinden Regaib Kandilinin Nasıl Değerlendirilebileceğine..

  • Oruç tutulabilir; Ramazan ayı için de hazırlık olur böylece :)
  • "Kur'an okuyarak geçirin" der İslam bilginleri... Arapça biliyorsanız. Bilmiyorsanız da Türkçe mealinden gidilebilir parça parça...
  • Namaz kılmanın en güzel ibadet olduğu düşünülür, doğru niyetle tabi.
  • Belki de en önemlisi: Allah'tan bağışlanmayı dilemek, sağlık ve mutluluk için dua etmek...
  • Gün içerisinde yoksulları, öksüz ve yetimleri, çocukları, yaşlıları sevindirmek...
  • Aile büyüklerini aramak, kandillerini kutlamak...

Saydıklarım çok da zor olmasa gerek...

HAYIRLI KANDİLLER; SAĞLIKLA - MUTLULUKLA...



14 Mayıs 2013 Salı

Elinin Kiri, Kenarın Tırtığı...

Zaman zaman öğrendiğim ilginç konular ve bilgiler oluyor. Blogda yazarak belki sizin de daha önce aklınıza gelip merak ettiğiniz bu tip mevzuları paylaşmak bana ayrı bir keyif veriyor açıkçası...

Geçtiğimiz günlerde, daha doğrusu cadde trafiğinin yoğun olduğu bir akşam, toplu taşıma aracına yetişme derdinde hızlı adımlarla ilerliyordum elim cebimde... Bozuk 1 TL ile oynarken bir an, bence çok da sebepsiz yere, kenarındaki tırtıklara gözüm takıldı. Dedim ya belki çok lüzumsuz gelecek; kalktım "neden bozuk paraların kenarları tırtıklı üretiliyor"; oturdum onu araştırdım.

Paranın icadı, servet düşmanı hırsızların da ekmeğine yağ sürmüştür tarih boyunca... Lidyalıların parayı icadının hemen akabinde dönemin hırsız ve dolandırıcıları boş durmamış, yeni dolandırıcılık çeşitleri bulmayı ihmal etmemişlerdir. Bunlardan dikkate değer olanı bozuk paranın kenarlarını yontarak ufak da olsa parçaları biriktirmek ve yeniden kullanmaktır. Kenarları bu şekilde yontulmuş paralar kullanılamaz hale gelmiş ve halkın elinde kalmıştır. Sonraları devlet yetkilileri, bu dolandırıcılık illetinin üstesinden gelebilmek ve işe yaramaz bozuk paraların halkın elinde kalmasını önlemek adına oturup düşünmüşler ve paraların kenarlarını tırtıklı üreterek halka sübvanse etmeye karar vermişlerdir.


O gün bugündür Anadolu kökenli bu uygulama devam etmektedir. Haa, bu uygulama dolandırıcıları ve kalpazanları durdurmuş mudur, Hayır... Her gün yeni bir yöntemle bizleri şaşırtmaya devam etmektedirler.


23 Nisan 2013 Salı

Eskiden (!) Milli Egemenlik ve 23 Nisan...

Dün... 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramıydı. 

Çocukluğumda sabahları erken kalkar, annemin eşliğinde okula gider, törenlere katılırdım. Kağıttan Türk bayraklarımız vardı. Şiirler okuyorduk, bazen anlıyor bazen anlamıyorduk o yaşta, güzeldi. Bando takımlarımız vardı, bazen düzenli bazen düzensiz çalardı, ama güzeldi işte... 

Zaman o kadar çabuk geçiyor ki, artık o yaşlardan eser kalmıyor. Sonraları özel kanallar çıktı, e tabi yaşımız da ilerledi. Kazuletler gibi törenlere katılamayacak yaşa geldik :)  Her kanalda İstanbul ve Ankara'daki stadyumlarda gerçekleştirilen kutlamalar gösterilirdi, bunları izliyordum artık...

23 Nisan

Dün... Hiçbir kanalda kutlamaya dair bir şey izleyemedim. Kanal simgelerinin yanında yada üstünde ufacık bir Türk Bayrağı, Atatürk silüeti... O kadar...

29 Ekim yasaklandı... 19 Mayıs, stadyumlarda üşürüz diye yasaklandı... 30 Ağustos ve 9 Eylül kutlanmıyor bile neredeyse, hatta duyduğuma göre Yunan İşgalinin olmadığını söyleyenler bile varmış. 10 Kasımda saygı duruşunda duranların sayısı gittikçe azalıyor. 

Uzun lafın kısası, dün 23 Nisan'dı, Şehit Fethi sokaktan bir grup çocuk ellerinde Atatürk resimleri ve Türk Bayraklarıyla geçti. Çok hoşuma gitti, ama bununla kalması da bir o kadar üzdü beni... 

  

20 Nisan 2013 Cumartesi

Karanlığa Sövmektense...

Konfüçyus der ki : Karanlığa küfredeceğine bir mum yak!

Kendi çıkarları yönünde davranan insanlarımız bir kenara, "ufak da olsa bir katkım, çorbada benim de tuzum olsun" diye düşünen bireylerimiz de var toplumumuzda... Sosyal sorumluluklarımızı yerine getirmek adına bilinçlendirme konusuna kısaca değinmek istedim.

Ülke bunca sorun ile kırılırken, hepimizin şikayetinden nasibini alan belki de en önemli problem eğitim eksikliği. Düşündüm ki bu konuda belki benim de bir faydam dokunur.

Çeşitli yardım kuruluşları var, zaten para yada eşya yardımı toplayarak okullara ulaştırıyorlar. Benimse önerim  daha önce okuduğumuz, evimizin bir köşesinde yer kapladığını düşündüğümüz kitaplarımızı, kütüphane oluşturmaya çabalayan okullara göndermek... Bu, o kadar da zor olmasa gerek...


Ben naçizane ilk gönderimimi yaptım. Roman, hikaye vb tarz içeren kitapları bir koli halinde rastgele belirlediğim bir okula gönderdim. Aslına bakarsanız bu sadece ufak bir başlangıç... AVM'ler de cüzi fiyatlarla satılan kitaplardan, belki de kırtasiye malzemelerinden satın alınarak da bu faaliyet gerçekleştirilebilir. Aşağıda bu yönde yardım ve bağışa muhtaç birkaç  noktaya ulaşılabilecek siteleri paylaşmak istiyorum :




Onları terk etmeyelim, terörün kucağına itmeyelim... Aşağıda paylaşacağım yardım çağrısı binlerce çağrıdan yalnızca biri...


2013 - Yedibölük Ortaokulu (Batman)

30 Aralık 2012


Merhaba ben Batman`in Kozluk ilçesine bağlı Yedibölük Ortaokulunda görev yapmaktayım. Okulumuz Yedibölük adlı bir dağ köyünde olup kısıtlı imkanlara sahiptir. Öğrencilerimiz ilçe merkezi dışında köyden farklı hiç bir yer görmüyorlar. Bu dağ köyüne sığmayacak kadar büyük hayalleri var; ama dünyayı ne yazık ki bu köyden ibaret zannediyorlar. Daha kötü olan şu ki, kendilerini terk edilmiş hissediyorlar.


Okulun epey ihtiyacı var. Ama benim ihtiyaç listesine yazdıklarım yalnızca, onlara farklı dünyalardan görüntüler sunma ve farklı dünyaları okuyarak anlamalarını sağlama amacıyla yazdıklarımdır. Bu sayede ufuklarını açmamıza lütfen yardımcı olun.





13 Nisan 2013 Cumartesi

Terslik (Yhprum) Kanunu... Size de Oluyor mu??

Murphy Kanunları dediğimiz mevzu, çoğu zaman başımıza gelen olumsuzlukların bilimsel açıklaması gibi birşey aslında... Hepimiz yaşadık, yaşıyoruz. Okurken "Aaaa evet bu başıma geldi hakikaten" diyeceğiniz birkaç vaka ile sizlerleyim bugün... 

1949 yılında Edward Murphy, insan bedeninin en fazla ne kadar ivmeye dayanabileceğini gösterecek bir -roket nakliye programı- için mühendis olarak test alanındaydı. Çok pahalı bir deneydi bu; ancak bir personelin tüm cihazları yanlış bir yöntemle bağlaması, deneyin başarısız olmasına yol açtı. Bu deneyim Murphy'nin temel kanununu oluşturmasını sağladı, yani : "Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşir." 

Bu teorem, modern teknikte "hataları önleme stratejisi" olarak kullanılır ve görünen en esprili; ama aslında ciddi bir temel üzerine oturtulmuş kanundur. Bir kaçına beraber bakalım:

-  Bir şey tamir ederken elin tamamen yağlandığında, burnun mutlaka kaşınır.

- Pazardan dönerken yere düşürdüğün torba, mutlaka yumurta paketinin bulunduğu torbadır ve çoğunlukla yumurtaların çoğu kırılmıştır.

- Yeni aldığın halıya tereyağlı-reçelli ekmeğinin malzeme sürülmüş tarafının düşme ihtimali, halının pahalılığı ve yeniliği ile doğru orantılıdır.

- Uyuyan bir bebek, anne babası uykuya dalınca uyanır. 


- Patronuna hasta olduğun için geç kaldığını söylediğinde ertesi gün gerçekten hastalanırsın. 


- Eğer trafikte şerit değiştirirsen, ayrıldığın şerit daha hızlı akar. (Bu bana sıklıkla oluyor)

trafik şeritleri ve sıkışıklık ile ilgili görsel sonucu

- Duşa girip keyif yapmaya başladığında mutlaka telefonun çalar. 


- Birileri ile karşılaşma ihtimalin, görünmek istemediğin zaman en üst düzeydedir. Kısacası beraber görünmek istemediğin biriyle birlikteysen, tanıdığın birini görme olasılığın tavan yapar :)

- Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde, kesin çalışır. (En çok başıma gelendir, tip olurum!!)


- Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğu ile doğru orantılıdır. 


- Telefon, çalmasını beklediğin süreler boyunca çalmaz; ancak başından ayrılıp başka bir işle meşgul olduğun anda çalıp seni sinir eder.



- Dakikalarca beklediğin otobüs sen tam sigara yakarsın, o zaman gelir. 




- Sigara dumanı, her zaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir.



- Ne zaman kürdanı elinden atarsın, dişinin arasında bir şeylerin kaldığını da fark edersin. 

- Hostes kahve servisini yapar yapmaz uçak hava boşluğuna düşer. O kahve de üzerine boca olur!


- Bir şey çok gizliyse fotokopi makinesinin yanında unutursun. 

İşte yukarıda bahsi geçen tüm mevzular, terslik kanununu destekleyip doğrulayan ve başımıza gelen olaylar... Bundandır ki "Yhprum Kanunu" olarak adlandırılmıştır, adını veren bilim adamının isminin tersi ile...




2 Nisan 2013 Salı

Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor



Sanat, tıp ve iş dünyası, kalp hastası çocuklar için el ele veriyor. Ünlü ressam Renée Niklan’ın 17 eseri, 10-14 Nisan tarihlerinde Ekavart Gallery’de sergileniyor. Ekavart Gallery nerede diyenlere, işte adres:  The Ritz-Carlton Hotel, Süzer Plaza, No: 15, Gümüşsuyu-İstanbul. Sergi, çarşamba-cuma günleri 11.00-18.30, cumartesi günü ise 12.00-18.30 saatleri arasında gezilebilir.

Bu serginin diğerlerinden farkı ne derseniz, salt bir resim sergisi olmanın ötesinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Sergideki eserlerin satışından elde edilecek gelirin tamamı, gelişmekte olan ülkelerde doğuştan ya da sonradan kalp hastası olan çocukların tedavi edilmesi için kullanılacak. Tedavileri, bu işe gönül vermiş bir avuç tıp insanının kurduğu Herkes İçin Kalp Derneği (www.cptg.ch) gerçekleştirecek. Dernek, modern tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanamayan bu çocukların İsviçre’de ya da kendi ülkelerinde ücretsiz tedavi olmalarını sağlıyor.

Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde her yıl yaklaşık 2 milyon çocuk kalp bozukluklarıyla doğuyor ve bu çocukların yarısı maddi kaynak veya sağlık sektöründeki insan kaynağı yetersizliği nedeniyle ilk iki yıl içinde yaşamını yitiriyor. Bu ülkelerde açık kalp ameliyatı olmayı bekleyen çocukların sayısı ise 8 milyonu buluyor.

Herkes İçin Kalp Derneği’nin kurucusu Ord. Prof. Dr. Afksendiyos Kalangos. Kalangos, iki kez Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilmiş bir kalp cerrahı. Bu alanda 14 ayrı teknik geliştirmiş. Son 100 yılın en iyi cerrahlarından biri olarak tanınıyor. Ayrıca, dünyanın en prestijli tıp ödüllerinden Fransız Tıp Akademisi Ödülü’ne sahip.

Sergi, Alvimedica’nın sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Alvimedica Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Alaton, hayır amaçlı bu tür etkinliklere özel önem veriyor ve Herkes İçin Kalp Derneği’ni yürekten destekliyor.

Niklan’ın mutluluk, umut ve sevgi mesajları içeren eserlerinden oluşan  “Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor” temalı sergisini mutlaka görün. Gidemem diyorsanız, sergiyi Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu www.ekavart.tv’de de izleyebilirsiniz. Resimler, yüreğinizi ısıtacak…

 

Hem dernek hem de sergi hakkında şuradan bilgi alabilirsiniz: http://alvimedica.com/hearts-for-all/tr/

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

31 Mart 2013 Pazar

Neden 1 Nisan..??



Şaka yapıp duruyoruz; bence güzel de birşey... Amacını aşmadığı, yaptığınız kişiyi kırmadığı sürece... Bugün 1 Nisan ve açıkçası bu blogu yazana kadar hiç merak etmemiştim; sizlerle paylaşmak adına "Neden 1 Nisan" dedim; bakın ne buldum...??

15. yüzyılın sonları... Haçlı ordusu İspanyadaki Endülüs müslümanlarının son kalesini kuşatmıştır. Kuşatma uzun sürmesine rağmen -kış aylarının da etkisiyle de tabi- kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı kaleyi düşürecek değişik taktikler düşünmektedir.

En sonunda 31 Mart gecesi, kalenin önüne giderek bir elinde Kur'an bir elinde İncil; "Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım" der. Gerekli görüşmelerden sonra canlarının bağışlanması karşılığında Müslümanlar kaleyi teslim ederler. Ertesi sabah, yani "1 Nisan" sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir.
Bunun üzerine Müslümanlar "Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz..." dediklerinde Haçlı ordusu komutanı "Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur" diye cevap verir ve o sabah bütün müslümanlar kılıçtan geçirilerek katledilir.

İşte o gün bugündür 1 Nisan, Hristiyanlar arasında "Hile Günü" olarak kutlanmaktadır. 

Nereden geldiğini bilmek lazım, günün sonunda ne ifade ettiğini de... Bir dip not daha; İspanya asırlar boyu müslümanların hakimiyetinde kalmış, bu olayın sonunda şimdiki sahiplerinin mülkiyetine geçmiştir. İber Yarımadasının Türk-Müslüman tarihi açısından ilginç başka bir olayını da bu linkten okuyabilirsiniz.



25 Mart 2013 Pazartesi

Dostlar Sofrası

Çok içen biri değilim, tek başına da keyifli gelmiyor zaten bu işler... Yanında seni dinleyecek, sana derdini yada mutluluğunu açacak yarenler olduğu sürece zevk veriyor. Bazen kederleniyorsun, bazen keyifleniyorsun; ama eninde sonunda <<dünya>> kelimesi senin için anlamını yitirip <<bi dünya>> olup çıkıveriyor karşına :) 



Biz de ne yaptık; arkadaşlarla düşündük taşındık "ne yapsak etsek, bir çıkıp sohbetin dibini vursak" dedik. E sözümüz de vardı; kalktık dostlar sofrasına gittik. Fırat Saraçoğlu, Fatih Yazgan, Selçuk Sarı ve elbette ki babayiğit Taner Arslan'la güzel bir yemeğe, keyifli bir sohbete imza attık... Güzel de yaptık... 


22 Mart 2013 Cuma

Ceviz Kabuğu

Cevize dikkatlice bakın... Dışında yeşil bir kabuğu, kabuğun altında sert başka bir kabuğu ve üzerinde de incecik bir zar tabakası vardır. Kendiyse insan beynini hatırlatan beyaz bir yapıya sahiptir. Dıştaki bu yeşil kabuk daha çok kafa derisine, içerideki sert kabuk kafa tasına, ince zar beyin zarına ve kendi beyaz yapısı da beynin ta kendisini anımsatır. Bu yapısıyla ceviz, yaratıcı gücün sayısız şaheserlerinden biridir bana kalırsa... Bilenleriniz mutlaka vardır ancak cevizin gerçekten kendisine benzediği insan beynine yararı tesadüf olmasa gerek... Sadece bu da değil... Ona da aşağıda bahsedeceğim.



Cevizin beyin dışında mide, bağırsak, böbrek ve deri rahatsızlıkları gibi birçok hastalığa iyi geldiğini de vurgulayan doktorlar, sadece meyvesinin değil; kabukları ve yapraklarının da şifa kaynağı olduğunu ifade ediyorlar.

Ceviz, kanda zararlı kolesterol oranının yükselmesini önlerken ayrıca, yüksek kolesterolü de düşürür. Damar tıkanıklığı sorunu yaşayan insanlar için de ayrı bir ilaç niteliği taşır. bununla da kalsa iyi, şeker hastalığı tedavisinde de önerilmektedir. eker hastaları ceviz yaprağını kaynatıp içmelidir. Ceviz yaprağı ve kabukları kaynatılıp balla karıştırılarak içildiğinde kansızlığa iyi gelmektedir" diyor doktorlar... Ceviz bir de çocukların gelişmesini hızlandırmaktadır.

Mide gazını giderir. Grip ve nezleye iyi gelir. Ki tam da mevsimindeyiz... Öksürüğü giderdiği gibi sindirim sistemi bozukluğunu ortadan kaldırır.  Ceviz, vücudu soğuktan korumak için de yenir. Yorgunluk ve bitkinlik hissediyorsanız; ceviz bire bir...Zehirlenmelere ve zehre karşı da etkilidir. 

Not: Yaş ne olursa olsun günde 1-2 adet ceviz yemek, beyin uzmanları tarafından şiddetle tavsiye ediliyor. Özellikle gelişme çağındaki çocuklar için…

16 Mart 2013 Cumartesi

Nasreddin Hoca

Girin bakın internetten... O'nunla ilgili sayısız yazı, fıkra, makale, araştırma bulursunuz. Çoğu birbirinin aynısı, kopyasıdır. Ben bugün birbirini tutmayan onca bilgiden sıyrılarak Nasreddin Hoca'ya ilişkin gerçek öyküyü anlatmaya çalışacağım size...

Anadolu'da Osmanlı hakimiyeti henüz başlamamışken, Anadolu Selçukluları'nın mevcudiyeti söz konusuydu. Türlü beyliklerin bir araya gelmesiyle büyük bir yapılanması vardı Anadolu Selçukluları'nın. Bunlardan en önemlilerinden biri de Kuzey Anadolu'da yerleşik "Kastamonu Beyliği"ydi. Ama daha çok "Çobanoğulları" olarak anılmaktaydılar. Bu beyliğin başı Hüsameddin Çobanoğlu Alp Yötüktü. Öldüğünde yerine Muzafferiddin Yavlak Arslan geçmişti beyliğin başına. İşte, kahramanımız Nasreddin Hoca da Yavlak Arslan'ın oğludur aslında.

NASREDDİN HOCA ile ilgili görsel sonucu
1291... Artık Anadolu Selçukluları'nın son demleridir; taht kavgaları sürüp gitmektedir. Yavlak Arslan bu taht kavgaları esnasında şehit düşünce Çobanoğulları beyliğinin başına geçme görevi -Nasuriddin Hace-ye, yani bildiğimiz adıyla Nasreddin Hoca'ya kalır.

Ama bizim tanıdığımız yanıyla Nasreddin Hoca'nın halka maloluşu çok farklı bir olaya rastlıyor. O dönem, Moğol veliahtı Geyhatu'nun Anadolu'ya sefer düzenleyeceği söylentisi halkta geniş bir panik havası yaratmıştır. Öyle ki Geyhatu, zalim bir hükümdar olup işgal ettiği topraklarda halkı kılıçtan geçirip şehri barbar askerlerine yağma ettirmesiyle ünlüdür. Bunu bilen Nasreddin Hoca hiç vakit kaybetmez Geyhatu'nun yanında alır soluğu. Ona öyle latifeler, öyle nazik jestlerde bulunur ki, bu zalim hükümdarın içinden Anadolu'yu yağma etmek gelmez. Kısacası halkın kellesini kurtaran aslında Nasreddin Hoca'dır. Böylece hoca, halk arasında sevilen sayılan, saygı duyulan bir insan olur. Bu nedenledir ki türlü hikayeleri fıkra tadında günümüze kadar gelir. 


11 Mart 2013 Pazartesi

Ciğerimsin...

"Herşeyin başı sağlık" sözü gerçekten çift karakterli bir cümle... Neden mi; normal şartlarda hasta değilsek, sağlığımız yerindeyse çoğunlukla çok üzerinde durmayız, "doğru söylüyorsun" deriz. Ama bir düşünün hepimizin başına geldi bu; başımız dahi ağrıyorsa ne yediğimizden birşey anlarız ne de yaptığımızdan... Lafı uzatmayacağım; bugün blogumda karaciğer üzerine laflıyoruz. Hangi karaciğer rahatsızlığı olursa olsun, ona faydalı gelecek besinleri kısa kısa paylaşmak istiyorum. 

  

Asırlarca iyi bir besin ve ilaç olarak güvenle kullanılmıştır zencefil.... Bağışıklık sistemini güçlendirdiği gibi kuvvetli de bir romatizma ilacıdır. Sindirim sistemini düzenler; ikinci aspirin gibi kanı sulandırır. 



Enginar da zencefil gibi karaciğerden, başta azot olmak üzere toksik maddelerin atılmasına yardımcı olur. Taze olarak tüketilmesi de doktorlarca tavsiye ediliyor. İçerdiği maddelerle vücuttaki zehirli maddelerin tamamının kolayca çözünmesine katkı sağladığı için karaciğer enginar sayesinde "derin bir ohh" çekebiliyor.



İçerdiği antioksidanlar yardımıyla havuç, karaciğeri temizler. Bol bol yemeklerde tüketilmesi gerekir. Bunun yanısıra bezelye de havucun görevini yerine getirir. Ama bezelyenin bir diğer görevi daha bulunuyor. Karaciğer aslında vücutta kendini yenileyen yegane organdır. Karaciğerin kendini yenilemesinde bezelye bire bir...



Şalgam suyunu sevenlere de müjdem var : Biliyorsunuz içinde mor havuç bulunuyor. Mor havucun sıvı halde tüketilmesi, karaciğer için mükemmel bir destek... Şalgama devam yani :)



Bu arada önemli bir dipnot benden... Şeker vücutta yağa dönüştürüldüğü için karbonhidrat ve şeker tüketimini olabildiğince düşürmek gerekli. Karaciğeri yağlamamak lazım. Tavuk butunu beyaz et diye tüketmek de toplum içinde bildiğimiz önemli yanlışlardan biri... Beyaz et grubu; tavuk etinin sadece göğsü, hindi eti ve yağsız balıktır.




7 Mart 2013 Perşembe

NIVEA yürekleri ağza getiren bir şakayla yeni Stress Protect deodorantı tanıttı

Havaalanında yaşanabilecek en büyük terslik veya en korkutucu deneyim ne olabilir dersiniz? Uçağınızı kaçırmak mı, bavulunuzu kaybetmek mi yoksa hava koşullarından dolayı günlerce havaalanında kalmak mı?

NIVEA, yolcular üzerinde uyguladığı Stres Testi’yle, onlara soğuk terler döktürmüş ve yeni Stress Protect deodorant için eğlenceli bir viral reklam hazırlamış. Videoyu izleyenler, en stresli deneyimlerini #StresTesti etiketiyle Twitter’da paylaşmaya başlamış bile. 



Şubat ayında dünya çapında 5 milyondan fazla izlenme ile en çok paylaşılan viral videolardan olan Stres Testi, NIVEA’nın yeni ürünü Stress Protect deodorantı tanıtıyor. Videoda, farklı insanlar havaalanında uçaklarının kalkmasını beklerken, bir anda tehlikeli bir kaçak olarak arandıklarını öğreniyorlar ve ne yapacaklarını şaşırıyorlar.

Günlük hayatımızda karşılaşabileceğimiz heyecan, korku, stres gibi duygu değişimlerinin neden olduğu terleme ile yeni NIVEA Stress Protect deodorantın ne kadar iyi başa çıktığını, esprili bir dil ile anlatan videoyu izleyince, soğuk terlere karşı önlem almanın önemini kesinlikle hissedeceksiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

4 Mart 2013 Pazartesi

Futbol Sadece Kazanmak Değildir...

Ersel kardeşim bizi ayaklandırdı; dedi ki "Bence bu sene kendimizi bir sınamalıyız bu turnuvada..." Biz de onun aklına uyduk, takımı kurduk... Burada amaç uzun zaman uzak kaldığımız dostlar olarak bir araya gelip eğlenmekti tabii ki...

Her yıl futbol turnuvası düzenlendiğinde bunu yapmayı istemiştik hepimiz ancak, kısmet bu seneye nasip oldu. Ben de konuyu yeni ekip arkadaşım Taner'e açtım. Futbolu sevdiğini, hele ki halı sahada oynamayı en az benim kadar arzu ettiğini bildiğim kardeşim, tereddütsüz teklifimi kabul etti. Deadline'ın son saatlerindeki en iyi transfer...


Sıra, takımın diğer elemanlarını bulup takımı tamamlamaktı. Bunu da Ersel halletti elbette... Bağlı bulunduğumuz kurumun iştiraklerinden IBTech'ten diğer arkadaşlarımızın da katılımıyla takımı tamamlamış olduk. Elbette eski ekip arkadaşım Murat'ın da katkılarıyla...

Takımın bir isme ve formaya ihtiyacı vardı. Bunu da tamamlamak zor olmadı bunca kreatif adam varken... FIB ile IBTech'in bileşiminden FIBTech ismini kurguladık. Renk konusunda da çok tartışma yaşamadık. Galatasaraylı, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı ayrımı gözetmeksizin siyah beyazda karar kıldık. Ve asıl meseleye geldik tabi... Forma hususu... Bunu da Sirkeci'de 3 saatlik bir keşif ile ben hallettim. 1 hafta içinde elimizde olacak biçimde formaların teminini üstlenmiş oldum böylece... 


Herşey tamamlandıktan sonra artık turnuvanın ilk maçını beklemeye koyulduk. İlk maçta epey umutluyduk açıkçası... Ama daha maçın ilk yarısında 5-2'lik bir skorla karşılaşınca zevkimizi alıp maçı tamamlamak adına kendi oyunumuzu ortaya koymaya karar verdik. 3. derken, 4.gol geldi. 4.derken 5.golü bulduk ve maçı 5-5'e getirdik. Tam 1 puanı aldık alacağız derken son dakikada yediğimiz gol ilk maçtan elimizin boş kalmasına ve turnuvaya kötü bir başlangıç yapmamıza neden oldu :)


İkinci maç tam bir fiyaskoydu. Hiç bahsetmeyeyim. Daha haftasında "şunu yapalım, şöyle oynayalım" derken aldığımız mağlubiyetle gruptan çıkmak da suya düştü. Oynadığımız takım 3 kez İstanbul 1.si olmuş bir ekipti ve epeyce zorluydu. Bu maç da yine bizim için "farklı" bir deneyim oldu.


Ve son maç... Gruptan çıkma ihtimalimizin kalmaması rahat bir futbol oynamamıza zemin oluşturdu. Rakip önceki maçlarda oldukça gol yemiş olsa da, iddiasız maç yapacak olsak da, iki takım o gün yol teperek sahaya geldi ve mücadele etmeyi tercih etti. Sakatlıklar olmasa daha da keyifli olabilirdi ancak maçtan sonraki gazozuna yapılan ikinci maç belki de turnuva tarihine geçti.

Bir sonraki turnuvada görüşmek dileğiyle...









24 Şubat 2013 Pazar

Senden Daha Güzel...

Bünyesinde bir çok tanınmış markayı barındıran Anadolu Grubu'nun lokomotifidir EFES PİLSEN... Bu markanın sponsorluğunda 1976'da kurulan kulüp bugün Türk insanına basketbolu sevdiren, aşılatan ve oynatan tek kulüp olma özelliğini taşıyor. Galatasaray gibi, 1996 yılında kazandığı Koraç Kupası ile Avrupa Fatihi ünvanını kazanan ilk Türk basketbol takımıdır ayrıca... 2011'de isim değişikliğine gidilse de, adı unutturulmaya çalışılsa da bizler bu takımı EFES Pilsen olarak tanıdık; bu ismiyle sevdik... Gelin biraz detaylı bakalım... EFES Pilsen 37 senede neler yapmış?



  • İlk kez Avrupa Kupası kazanan Türk Takımıyız. (1996-Korac Kupası)
  • İlk kez Avrupa'da final oynayan Türk Takımıyız. (1993)
  • İlk kez Final Four organizasyonu düzenleyen Türk Takımıyız. (1992)
  • İlk kez Avrupa Kupası finali organizasyonu düzenleyen Türk Takımıyız. (1995)
  • İlk kez Avrupa Kupaları'nda Final Four'a kalan takımız. (2000, 2001 Selanik)
  • İlk kez Kupa 1'de 3. olan Türk takımıyız. (2000,2001)
  • Önemli Milli takımların oynadığı Uluslararası bir turnuva olan Efes Cup'ı düzenledik.
  • İlk kez NBA 'e basketbolcu gönderen Türk Takımıyız. Mirsad Türkcan ile...
  • İlk kez bir NBA takımıyla ki bu takım Denver Nuggets'tır; maç yapan Türk takımıyız. 
  • İlk kez bir NBA takımıyla Türkiye'de maç yapan Türk takımıyız. (2007) (Minnesota Timberwolves)
  • TBL'nde ilk açılışta şampiyon olan ilk ve tek takımız.
  • TBL'de en çok şampiyon olan takımız. (13 kez)
  • Türkiye Kupasını en çok kazanan takımız. (9 kez)
  • Cumhurbaşkanlığı kupasını en çok kazanan takımız. (9 kez)



Petar Naumoski, Ufuk Sarıca, Tamer Oyguç, Volkan Aydın, Conrad McRAE, Hidayet Türkoğlu, Hüseyin Beşok, Mirsad Türkcan'lı efsane kadrosuyla 1996'da kaldırdığı Korac Kupası, Efes Pilsen'in "Türk Basketbol" tarihinde  kazandığı en büyük başarı oldu. İlk maçta hatırlayanlar bilir. İstanbul'da 76-68'lik skor, Efes Pilsen'e büyük avantaj getirmişti. 7 sayı farkla yenilsek de kupayı kaldırabilecektik. Son saniyeye 74-70 geride giren Efes, Stefanel'li oyuncu Gentile'nin 3'lük atışına engel olmamıştı bilerek. Çünkü bu atış formalite olacağı gibi maçın da son sayısı olacak, kupanın Efes'e gitmesini engelleyemeyecekti. Aynı sene bu kupayı Merter'deki fabrikada yer alan kulüpte görme imkanı buldum ben de...

    

16 Şubat 2013 Cumartesi

İlişkilerimizdeki Mesafeler


Hintli bir ermiş, öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş, “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile  aktaramaz mıyız?” diye tekrar sormuş. 


Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: 

“İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Aşk... Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları, gözlerini kavuşturmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”


Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”

Problemlerinizi karşılıklı anlayış ve özveri ile çözmeye çalışın. Karşınızdakine, hele ki bu sevdiğiniz bir insansa bağırmadan, sükunetle derdinizi anlatın. Çünkü bağırmak, kırıcı davranmak Hintli ermişin anlattığı üzere mesafeleri artırır... Bu şekilde oluşabilecek mesafeyi kapatmak için gerekli eforu sevginizi kuvvetlendirmek için harcamalısınız...

13 Şubat 2013 Çarşamba

Seni Seviyorum... Daima...

“Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun” ile başlamak istiyorum bugün… J

Her sene çiftler tarafından dört gözle beklenen, çoğu zaman biz erkekler tarafından “ekonomik amaçlı” görünen sevgililer gününün geçmişi epey uzun aslında… Kökeni, Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanıyor öncelikle... "Valentine" ismindeki bir din adamının adına ilan edilmiş bir bayram günü... Bu sebeple bazı toplumlarda "Aziz Valentin Günü" olarak biliniyor. “Valentine” kelimesi, batı medeniyetlerinde “hoşlanılan kişi” veya “sevgili” anlamlarında kullanılıyor bu yüzden.

Şubat ayı ne alaka diyeceksiniz; söyleyeyim onu da... Bu tarihin de kökeni antik çağlara dayanıyor. Antik Yunan takvimlerinde, Ocak ayı ile Şubat ayı ortasının arasında kalan zaman “Gamelyon” ayı olarak nitelendiriliyor ve bu ay Zeus ile Hera'nın kutsal evliliklerine adanmış bir dönem...



Antik Roma'da 15 Şubat, bereket tanrısı Lupercus'un onuruna, Lupercalia günü olarak kutlanırmış. Bu günde, Lupercus'un din adamları tanrıya keçi kurban ederlermiş. Daha sonra kafalarının üstüne koydukları bir parça keçi derisi ile Lupercus'u simgeleyerek, Roma sokaklarında koşturup karşılaştıkları herkese dokunurlarmış. Genç kızlar da gönüllü olarak ileri atılır ve bereket tanrısının dokunuşundan paylarını almaya çabalarlarmış. İnanışa göre bu dokunuş sayesinde doğurganlıkları kolaylaşmaktaymış.

Lupercalia bayramının arifesi olan 14 Şubat'ta, genç erkeklerin genç kızların isimlerinin yazılı olduğu bir kura çekerek bayram boyunca çift olma alışkanlığı vardı. Görünen o ki 14 Şubat olarak süregelen sevgililer günü aslında 15 Şubat :-)

Önemli bir anektod daha... 1381 tarihli Parlement of Foules adlı kitaba göre, Fransa ve İngiltere'de 14 Şubat, geleneksel olarak "kuşların çiftleşme günü" olarak bilinmekteydi. Bundan ötürü sevgililer birbirlerine güzel sözler yazan notlar verir ve bunlarda birbirlerine “Valentine” diye hitap ederlerdi.





Devrim niteliğindeki DeFi Protokolü IPOR 22 Mart 2023'te Bitget'te listelenecek

  Bitget, geleneksel finans oyuncuları için IPOR pratik çözümü ile DeFi ve TradFi arasındaki boşluğu dolduracak Victoria, Seyşeller, 20 ...