29 Temmuz 2012 Pazar

Mustafa Kemal Bir Medyum muydu ?

Medyumluk dediğimiz mevzu bir dönem Türk medyasını uzun süre meşgul etti. Kelime anlamı olarak bakıldığında "duyarlı, yani psişik bakımdan hassas yapılı veya özel yeteneklere sahip kimselerin dünyadaki bedenini terketmiş varlıklarla ruhsal bağlantı kurarak, onlardan aldığı etkileri çeşitli şekillerde dünyaya yansıtması" olarak tanımlanıyor. Son dönemlerde okuduğum kitap ve yapmış olduğum kısa incelemelerde Mustafa Kemal'e ait "İleri Görüşlülük" olarak tanımlayıp benimsediğimiz özelliğinin medyumluğu anımsatan bir nitelik kazandığını gördüm. Daha önceki paylaşımlarımı okumuştunuz; o anekdotların ışığında şimdi paylaşacaklarım hakkında sizin görüşleriniz neler olacak, açıkçası bunu ben de merak ediyorum...


<<< Bulgar Ivan Manelof'a Söylediği Kehanetler… >>>

Mustafa Kemal başından beri Türk Milletini, yaşadığı zor koşullardan sıyırıp çıkaracağını biliyordu. 1906'da Bulgar Ivan Manelof ile Selanik'te yaptığı konuşmalar aynen şöyle:

mustafa kemal ile ilgili görsel sonucu
"Bir gün gelecek, ben hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkılapları başaracağım. Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. Düşündüklerim demogoji mahsulü değildir. Bu millet gerçeği görünce arkasından yürür. Saltanat ortadan kalkacaktır. Devlet mütecanis (tek çeşit) bir unsura dayanmayacaktır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacaktır. Batı medeniyetine döneceğiz. Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı ortadan kaldırarak Latin kökünden alfabe seçeceğiz. Kadın ve erkek arasındaki farklar kalkacaktır. Emin olunuz ki hepsi bir bir olacaktır…"

Atatürk bu konuşmayı yaptığı sırada Abdülhamit ülkenin tek hakimiydi ve padişahlık kuvvetli ve kutsal bir kurumdu.

<<< Gözle Görülmeyen Yeri Bilmesi…. >>>

Sakarya Savaşından sonra, bir subay cepheden alınan bilgileri Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal'e okuyor. Kağıttaki notta cephe komutanlarından biri, Seyitgazi'nin Kuzeydoğu tarafında bir düşman kümelenmesi göründüğünden bahsediyor. Bunun üzerinde Mustafa Kemal kaşlarını çatarak:

"Hayır !.. Orada düşman yoktur... İyi baksınlar..." diyor.
Subay öğle yemeğinde geri geliyor, biraz da sıkılarak: "Haber aldım komutanım. Bahsedilen yerde düşman yoktur."


<<< Bu Kehanetine Düşman Güçleri de İnanmamıştı… >>> 


mustafa kemal ve savaş ile ilgili görsel sonucu
Düşman Ordusunu tamamıyla yoketmek amacıyla başlatılan Büyük Taaruz amacına ulaşmıştı. Ordularını korkunç sondan kurtarmak isteyen, kamuoylarından da durumu gizleme amacı güden fakat Gazi'nin başarılarını gizleyemeyen itilaf devletleri kendisinden görüşmek üzere randevu istedikleri zaman ATATÜRK elçilere:
"Sizinle 9 Eylül 1922 Nif (Kemalpaşa) kasabasında görüşebilirim." diyor.

İşin ilginç tarafı, bu sırada Türk Orduları Nif'den çok uzakta bulunuyordu ve 9 Eylül'e kadar oraya çarpışarak varmak çok zor, hatta imkansız gibi görünüyordu. Çünkü bu bir savaştı. Yani kesin tarih verilmesi normal şartlarda hiçbir şekilde mümkün değildi. Savaş sırasında neler olabileceğini kim önceden kestirebilirdi ki?

Aradan 10 gün geçti. Bu olayı daha sonra ünlü Nutkunda kaleme alarak şöyle ifade etmiştir:

"Dedigim gün Nif'te idim. Fakat benden randevu isteyenler orada yoktu…"

<<< Annesinin Ölümüyle İlgili Gördüğü Rüya… >>>


Zübeyde Hanım rahatsızlığı arttığından Uşşakizadeler'in evinde oğluna hasret vefat eder. Herkes, bu haberi Paşa'ya nasıl vereceklerini düşünür. Annesinin ölümünden habersiz olan Mustafa Kemal, aynı saatlerde trenle çıktığı yurt gezisinde uyumaktadır. Gecenin ilerleyen saatlerinde gördüğü kabus yüzünden kan ter içinde uyanır... Bir sigara yakar ve zile basarak kompartımanındaki hizmetine bakan Ali Çavuş'u çağırıp: "Gördüğüm rüya canımı sıktı çocuk…" der. Ali Çavuş:

mustafa kemal ve annesi ile ilgili görsel sonucu


"Hayırdır Paşam" deyince Atatürk rüyasını anlatır:

"Pek hayır olacağa benzemiyor. Kırlık bir yerdeymişiz. Her taraf yeşillik. Birdenbire sel geliyor, annemi alıp götürüyor. Endişe ediyorum. Yaverlere söyle, İzmir'e telgraf çekip annemin sağlık durumunu sorsunlar…"

Acı haber tez gelir derler… Kısa bir süre sonra Yaver, Salih Bozok'un yolladığı şifreli telgrafla gelir. Atatürk telgrafın şifreli olduğunu derhal anlayarak: -"Annem öldü mü ?" diye sorar.

Ali Çavuş üzgün bir şekilde telgrafı uzatır: "Başınız sağ olsun Paşam."

Gözleri yaşla dolan Atatürk: "Bana malum oldu.. Bana malum oldu… Bunun kabusunu gördüm ben... Anam... Zavallı çilekeş anam... Benim anam öldü, başka analar sağ olsun.."
diyerek koltuğuna çöker. Vatan hizmetinin zorunluluğu yüzünden annesinin cenaze törenine dahi katılamaz.


Ruhun Şad Olsun Yüce Önder... Aziz Hatırana, Bir Kez Daha Saygılarımla...




26 Temmuz 2012 Perşembe

Penne Izy'Arabiatta...

Değerli dostlarım;

Bu yeni bölümde sizlere belki de hepimizin bildiği bir yemek tarifiyle merhaba demek istiyorum :) Daha önce de bahsettiğim gibi, bekar bir erkek gerektiğinde son nefesine kadar kendi bekası için mutfakta savaşabilmeli. Ama ben sizlere oldukça zor bir yemek tarifinden bahsetmeyeceğim bugün...  Hepinizin belki sürekli yaptığı yada dışarda yediği bir menü ile karşınızdayım bu kez. Genelde erkekler için en kolayı sahanda yumurta, makarna ve türevleri olur ama son zamanlarda gittiğim mekanlarda farklı unvanlarla önüme konulan çeşitli makarna çeşitleri deniyorum. Bizim tabirimizle domates soslu makarna, İtalyanların deyimiyle Penne All'arabiatta'yı nasıl hazırlıyorum, üzerine biraz sohbet edelim istedim... ( Farklı yöntemleri olan yarenlerimin bu deneyimlerini mutlaka yorum kısmına yazmasını rica ederim:) ) 



Aşağıdaki malzemeleri (bazıları sizin tercihinize ve damak zevkinize kalmış) elinizin altında bulundurmanız halinde sofranızı kolaylıkla bu menü ile süsleyebilirsiniz : 
  •     1 adet domates konservesi... Kaldı ki ben konserve kullanmamaya, özellikle kendim mutfakla uğraşmayı sevdiğimden 1 adet domatesi rendeden geçirerek hazırlamaya gayret gösteriyorum.
  •     2 diş sarımsak, (opsiyonel olduğunu söyleyebilirim, güzel bir tat katıyor.)
  •     Tuz, Karabiber ve Kekik,
  •     1 yemek kaşığı domates salçası,
  •     2 yemek kaşığı zeytinyağı veya ayçiçek yağı,
  •     Taze kaşar peynir,
  •     1 Paket bildiğimiz düdük makarna...

Öncelikle tencerede makarnayı kaynatacağım suyu 5 dakika kadar ısıtıyorum. Su kaynamaya başladığı anda tuz ve yağı katıyorum, öyle ki ısınmış suda tuz ve zeytinyağının çözünmesi daha da kolaylaşıyor. Bundan sonraki ikinci adım makarnayı kişi sayısı kadar ölçüleyerek kaynar suya bırakmak... Tabi bu esnada yemeğin sosunu da yapmak gerekiyor. Sos için her zaman farklı alternatifleriniz vardır ancak kimisi tabağa servis ettikten sonra yemeğin üzerine döküyor, kimisi de benim gibi tencerede karıştırarak yemeğe lezzetini veriyor.

Domatesi rendeledikten sonra kabın içine salça ve kekik katıyorum. (tercih olması halinde içine sarımsak da ekleyerek) Bu arada ortalama 15-20 dakika boyunca makarnaları kaynattıktan sonra süzgeçte 2-3 dakika boyunca ılık suda bekletiyorum. Bu arada sos karışımını, suyunu tamamen çekene kadar tencerede pişiriyorum. Sosun suyu çekildiği anda ılık suda beklettiğim makarnaları tencereye boca ediyor ve rengini alana kadar karıştırıyorum. 


Tabağa servis ettiğim makarnanın üzerine dilediğim ölçüde karabiber ve daha önceden rendelediğim kaşar peynirini serpiyorum. Tercihe göre şekil şemal güzelliği açısından defne veya nane yaprağı, hatta zeytin parçaları koyup süsleyenlerimiz de var :) 


AFİYET OLSUN DEĞERLİ DOSTLARIM... :D

24 Temmuz 2012 Salı

Sahura Kalkmıyor musun ??? :)))

Dinimizce oruç tutmak farz kılınmış olduğundan ve aklen yaratıcı güç tarafından insan bedenine zararlı olacak birşey tavsiye de edilmeyeceğinden, orucun her türlü faydalı olduğunu düşünenlerdenim; ama açıkçası tutana "neden tutuyorsun", tutmayana "neden tutmazsın" demek gibi bir gaflete de düşülmemelidir derim hep...


Oruç tutmanın sahura kalkıldığı ve yeterli şekilde yemek yenildiği takdirde vücuda hiçbir zararı olmadığı doktorlarca da belirtiliyor zaten. Aksine oruç vücudu dinlendiriyor. Aşağıda da bunlardan bahsedeceğim. Maddi ve fiziki yanını bir yana bırakırsak, manen orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır görüşü yaygın islamiyette... Kitabımızda "Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir; fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfatını ben veririm. Çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır" buyuruluyor. Sabrı ve tahammülü öğretiyor olması da orucun bir başka faydası tabi ki...

İki hadis-i şerif mealinde şöyle diyor :

"Oruç eti eritir ve cehennem ateşinden uzaklaştırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen nimetler, ancak oruç tutana nasip olur."

"Allah rızası için bir gün oruç tutan kimseyi Yüce Allah, bu bir günlük oruç sebebiyle Cehennem ateşinden 70 yıl uzak tutar."

Kısa kısa manevi tarafını paylaştım oruç ibadetinin. Gelin, bir de bünyemiz ve vücudumuza ne faydaları varmış, onlara bakalım... :

*** Mide ve bağırsak sorunlarında oldukça azalma yaratmakla birlikte, mide asitindeki düşüşe bağlı iyileşmeler görülmesini sağlamaktadır.

*** Boşaltımı ve sindirimi sağlayan organların dinlenmesine fırsat tanır.

*** Oruç sayesinde kilo ve kan basıncında azalma tespit edilmektedir.

*** Alkol ve sigara gibi vücuda zarar veren madde kullanımlarının bırakılması sonucu zaten halihazırda yaşanan akciğer, karaciğer vs. sıkıntılarında azalma görülebilmektedir. 


Ramazan ayının gelmesi ve oruca başlanmasıyla birlikte bir süre nimetlerden uzak kaldığımız için bunların değerini daha iyi anlar gibiyiz. Bazen hiç yemediğimiz şeylerin bile aslında ne kadar değerli olduğunu görebiliyoruz böylece... Mesela evde ekmek arasına kuru fasulye koyup yemezsiniz veya ekmeğin arasına koyulan beyaz peynirin üzerine bal döküp mideye indirenler sayıca oldukça azdır belki aramızda... Kars'ta askerliğimi yapmaktayken, arazi taramalarında ve tatbikatlarda bunların her ikisini de yaptım. Açlık neler yaptırıyor insana yarabbi !!! Aslında farkettim ki, insan aç kaldığında, düşünemeyeceği birçok kombinasyonu bir araya getirebiliyor. Sahip olduğu nimetlerden bir süre uzak kalmak insana onları daha iyi korumasını, israf etmemesini öğretiyor kesinlikle... Bunun sonucunda sanıyorum şükür kapısı ardına kadar açılıyor önümüzde, öyle ki bu nimetleri bizlere bahşeden Allaha şükretmek gayet güzel bir ibadet olsa gerek :) 


Anlayacağınız oruç ibadeti, insanın nefsiyle verdiği amansız bir savaş... En sevdiğimiz şeylerden bedenen ve ruhen uzak durmaya çalışıyoruz, hele ki yaz mevsiminin tam da ortasında, ortalama 16-17 saat aç kalarak... Kimbilir nefsimiz bu durumdayken ne kadar kızıyordur bizlere... 

Allah, tuttuğumuz oruçları kabul etsin; bizleri açlıkla terbiye etmesin...

HAYIRLI RAMAZANLAR DİLERİM...


Not : Artık yorum bırakmak için google+ hesabına ihtiyacınız bulunmuyor... :D 

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Mozaik Pastayı Nasıl Yapıyorum ??

Dostlarım merhaba yeniden,

Tatlı anlamında ihtiyaçları olanlar için bugün kolay bir tarif yazım var. Özellikle evde kendi becerisini konuşturmak isteyenler varsa başta eşim ve ailem olmak üzere arkadaşlarımın da beğenerek tattığı Mozaik Pasta bugünün gurme konusu olmaya aday 😋

Bu tatlıyı dışarıda çeşitli mekanlarda yemiş olsam da, gerçekten kendim yaptığım için demiyorum ama beğenmiyorum ne yalan söyleyeyim... Onca para saçıp da tatsız tuzsuz, hatta sütsüz yemektense, kendim yaparım tadını alırım diyorum 😋

mozaik pasta ile ilgili görsel sonucu

Öncelikle gerekli malzemelerden başlayalım...

300 gram petibör bisküvi mutlaka olmalı elimizde. Edindiğim deneyimler şunu gösteriyor ki bu miktar, 1,5 pakete tekabül ediyor dostlarım... 
1 su bardağı süt,

1 yumurta ( sarısı gerekiyor bize... )

3 yemek kaşığı kakao ( ki bu da ortalama tek paket kakao demek... )
5 yemek kaşığı şeker,
3 yemek kaşığı margarin,


Ben Streç Folyo kullanıyorum, ama duruma göre soğutmak için bildiğiniz şeffaf plastik folyo'dan da kullanabilirsiniz.

Gelelim tatlımızın hazırlanışına...

Öncelikle bisküvileri kırmamız gerekiyor. Daha sonradan, aşağıda detaylarıyla bahsedeceğim karışımı da üzerine dökeceğimiz için mutlaka ve mutlaka küçük boy bir kap lazım bize... Neyse, bisküvileri kırarken fazla ufalamamaya dikkat ederek başlıyoruz tatlımızın hazırlanışına.

3 yemek kaşığı margarini ufak bir tencerede eritiyorum. Eriyen margarine sütü, şekeri, yumurta sarısını ve kakaoyu ekliyor ve 1-2 dakika boyunca ısıtıyorum. (Kimisi ısıtmamayı da tercih ediyor.) İsteğime bağlı olarak ceviz ve fındık parçalarını bisküvilerin üzerine katıyorum. Bu karışımı, ufak boy olarak nitelendirdiğim kap içindeki ufalanmış bisküvilerin üzerine döküyor ve karıştırıyorum.

Son adımımız ise şu: Streç folyoyu tezgahın üzerine yaydıktan sonra karışımın yarısını bu folyoya döküyor ve uzun bir piramit şeklini veriyorum. Karışımın kalan yarısını ikinci bir folyoya yayarak işlemi tamamlıyorum. Siz de benim gibi yaptığınız bu folyoları buzluğa atın lütfen... 😋

Yaklaşık 2 yada 3 saat sonra varsa misafirlerinizle, yoksa tek başınıza afiyetle tatlı keyfi yapabilirsiniz. Gerçi Ramazan'ın bu sıcak ve orucu yoran günlerinde yaptığım bu tarif biraz iştah kabartıcı kaçmış olsa da, bu ölçülerle yapmaya çalıştığınızda yaklaşık 2 adet mozaik pasta batonu çıkartmış olacaksınız.

😋  AFİYET OLSUN... 😋



22 Temmuz 2012 Pazar

Karagöz-Hacıvat... Gerçek mi, Efsane mi?

Karagöz ve Hacivat, her nedense Ramazan ayı dışında herhangi bir yerde yada televizyonda karşılaşmadığım sürece aklıma gelmeyen iki zat benim için... Zaten halihazırda benim dışımda da bu kültüre değer verilen tek zaman Ramazan ayı gibi görünüyor. Her ne kadar ilgiye münhasır bir durum olmasa da, her zaman gerçeklikleri konusunda kesin bir inanışım olmuştur. Hal böyle olunca ve Ramazan ayı içinde bulunduğumuzdan, sıkılmadım; yine araştırmacı kişiliğimi konuşturarak kendileri hakkında ufak bir inceleme yaptım. Bakın nelerle karşılaştım??

Bir rivayete göre M.Ö. 140-87 yılları arasında hüküm süren Çin hükümdarı Wu, eşinin ölümü üzerine derin bir üzüntüye kapılıyor. Shao Wong adlı bir Çinli, hükümdarın üzüntüsünü biraz olsun hafifletmek için sarayın bir odasına gerdiği beyaz bir perdenin arkasından hareket ettirdiği bir kadın maketinin perde üzerine düşen gölgesini ölen kadının hayali diye sunuyor. Şimdi diyeceksiniz ki bunun Karagöz ve Hacivat tasviriyle ne alakası var ? Sabredin, çok alakası varmış.

karagöz hacivat ile ilgili görsel sonucuShao Wong'un icra ettiği bu kültürel aktivite, bizdeki versiyonuyla "gölge oyunu"nun, Türk toplumunda ne zaman kullanılmaya başlandığı hakkında kesin bir bilgi yok. Mevcut kanıya göre Çinlilerden Moğollara onlardan da biz Türklere geçmiş. Daha sonra da Türk akınlarının istikametine paralel olarak batıda yaygınlaşmış. Bu tekniğin Türk halk kültüründe ortaya çıkışı ve ne zaman Karagöz ve Hacivat olarak biçimlendiği hakkında değişik görüş ve rivayetler söz konusu... Bunlardan en yaygın olanı, 1324-1362 yıllarında hüküm süren 2.Osmanlı hükümdarı Orhan Bey devrinde Ulucami’nin inşaatı sırasında Bursa’da geçmiştir. Geniş kanıdaki rivayete göre, cami inşaatında çalışan demirci ustası Kambur Bâli Çelebi - ki biz onu Karagöz olarak tanıyoruz - ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacıvat) arasında geçen nükteli konuşmaları dinlemek isteyen inşaat işçileri, işi gücü bırakıp onların etrafında toplanmaktadır, bu yüzden de cami inşaatı yavaş ilerler. Bunu öğrenen Orhan Bey, duruma müdahale eder ve her ikisini de idam ettirir.

Bir başka rivayete göreyse, Karagöz orada idam edilmiştir, Hacıvat ise Karagöz'ün ölümüyle içine düştüğü üzüntüden kurtulmak amacıyla hacca giderken yolda ölmüştür. Daha sonra çok pişman olan Orhan Bey'i teselli etmek isteyen Şeyh Küşterî, başından beyaz sarığını çıkarıp germiş ve arkasına bir sema (ışık) yakarak ayağından çıkardığı çarıkları ile de Karagöz ve Hacıvat’ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını tekrar etmiştir. 

karagöz hacivat ile ilgili görsel sonucu


Günümüzde Karagöz perdesine "Şeyh Küşterî" meydanı denir ve Şeyh Küşterî, Karagöz Hacıvat gölge oyununun pîri kabul edilir. Yalnız burada üzerinde durulması gereken bir nokta var; Bursa'daki Ulu Cami Sultan Orhan döneminde değil, Yıldırım Bayezid döneminde yapılmıştır. Buradan şu kanıya da varabiliyorum kendimce :

  • Gerçekten Karagöz ve Hacıvat var mıydı ? Bir efsaneden öteye geçmiyor olabilirler.
  • Varsalar Orhan Bey mi yoksa Yıldırım Bayezid döneminde mi yaşadıkları hala bir muamma...

20 Temmuz 2012 Cuma

Mustafa Kemal'in Gizemi (3)

Ve Yüce Önder üzerine gerçekleştirmeye çabaladığım araştırmalarımı kapsayan blog serisinde 3.bölümdeyiz nihayet... Bu bölümde de Mustafa Kemal'in olağanüstü yaşantısına ait gizemli anekdotlar çıkıyor karşımıza...

  

"ATATÜRK VE "9" VE "19" RAKAMLARI..."

Atatürk´ün hayatında "9" rakamının kendine özgü önemli bir yeri var. Örneğin Atatürk´ün doğum yılı olan 1881 rakamı, "9" rakamı ile çok çeşitli ilişkiler yumağı içersinde...

18 + 81 = 18
1 + 8 = 9
18 = 2x9
81 = 9x9
19 x 99 = 1881

*** Atatürk´ün harp okuluna girdiği tarih : 1899...
*** Vatanı kurtarmak için Samsun´a ayak bastığı tarih : 19/05/1919...
*** Bandırma vapurunda yolcu sayısı 19'du...
*** İttihat ve Terakki´nin yıllık toplantısına Trablusgarp delegesi olarak katıldı : 22/09/1909...
*** Sivas kongresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesini kurdu : 04/09/1919...
*** Erzurum Mebus adaylığını kabul etti : 19/10/1919...
*** TBMM tarafından kendisine "Gazi" unvanı verildi ve Mareşalliğe terfi ettirildi : 19/09/1921...
*** Atatürk 19.yüzyılda 19 yıl yaşamıştır...
*** Atatürk 19.yüzyılın bitmesine 19 yıl kala doğmuştur...
*** Atatürk´ün ilk askeri görevi, 19.Kolordu Komutanlığıdır...
*** "Mustafa Kemal Atatürk" ismi 19 harften oluşmaktadır...
*** Mustafa Kemal Atatürk´ün nüfus cüzdanının numarası da 993814-B idi. Bu sayı dizisindeki 938 rakamı öldüğü yılı hatırlatmaktadır...
*** Kendisine ait "Ne Mutlu Türküm diyene" ve "İstikbal Göklerdedir" sözleri 19 harften oluşmaktadır...
"BUNLAR BİR GÜN OLACAKTIR; GÖRÜRSÜNÜZ, İŞİTİRSİNİZ..."

Prof.Dr.Afet İnan "Atatürk hakkında hatıra ve belgeler" adlı kitabında ilginç bir hatırasını nakletti. Atatürk 9 Ocak 1936 Perşembe günü, dil ve tarih coğrafya fakültesinin açılış dersinde okuması için Afet İnan´a :
"Tarih belgelerinin ilerideki keşifleri buna dayanacaktır. Her tarihi kişinin söylediği sözler toplanabilecek ve böylece biz onları kendi seslerinden ve sözlerinden dinleyebileceğiz."  diyerek yazıyı verir.

Buna karşılık Afet İnan :
"Bu çok uzak bir gelecekte belki olabilecek keşfin benim ifadem olarak verilmesine cesaret edemeyeceğimi" kendisine söylediğim zaman canı sıkıldı ve şöyle dedi :
"Bunlar bir gün olacaktır...Görürsünüz, işitirsiniz..."

30 yıl sonra...
Atatürk tarafından bu yazının verilmesinden 30 yıl sonra yine aynı ay ve günlere tesadüf eden 01 Ocak 1966´da şöyle bir haber yayımlandı :

"Venedik´in Saint Georges Adası´ndaki Benedictis Manastırı Labratuvarları´nda, manastır rahiplerinden Pellegrio´nun yönetiminde, seslerin ayırımı esasına dayanan çok dikkate değer araştırmalar yapılmaktadır. İtalya İçişleri Bakanlığı, 1962´de başlayan bu çalışmaları kontrol etmektedir. Fakat elde edilen sonuçlar halen açıklanmamıştır. Saint Georges Adası´ndaki bilim kurulu geçmişe ait sesleri toplayacak elektronik araçlar üretmeye çalışmaktadırlar. Bilim adamları özellikle Demosten, Pitagor ve Jul Sezar´ın söylevlerinden kendi sesleri ile parçalar elde etmeye uğraşmaktadırlar."

"ATATÜRK´ÜN GÖRDÜĞÜ SON RÜYA..."

26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı. Prof.Dr.Afet İnan, olayı şöyle anlatıyor :

"O geceyi rahatsız geçirdi,ilk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki açıklamasında" :
"Demek ölüm böyle olacak" diyerek "uzun bir rüya gördüğünü" söyledi ve "Salih´e söyle, ikimiz de aynı kuyuya düştük, fakat o kurtuldu" dedi.

Atatürk´ün, burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördüğü rüya vizyonu, kendisinin de söylediği gibi ölümün habercisiydi. Salih Bozok´un kuyudan kurtulması ise bilindiği gibi, Atatürk´ün vefat ettiği gün, buna çok üzülen Salih Bozok´un intihar etmesi ve sonunda kurtarılmasını simgeliyordu.

İşte bu, ATATÜRK´ün son rüyasıydı...




19 Temmuz 2012 Perşembe

Mustafa Kemal'in Gizemi (2)

Bir önceki bölümde Ata'mızın Parapsikolojik yönü ve hayatına dair bazı gizemleri sizlerle paylaşmıştım. İkinci bölümde, aynı formatta devam eden olaylar zinciri tahmin ediyorum ki sizleri de şaşırtacaktır.



"ATATÜRK´ÜN RÜYASI..."

Atatürk´ün bir rüyasını Dr. Reşit Galip Bey´den öğreniyoruz :

"Mustafa Kemal, Ankara´ya geldikten bir süre sonra ilginç bir rüya görmüştü. Ertesi gün bana rüyasını şöyle anlattı : "Reşit Bey, rüyamda bana ´Paşam, İnönü´den ne haber?´diye sordunuz. Ben de ´vaziyet kritiktir´ cevabı verdim.´Kritik nedir? Anlamadım ki!´dediniz. Ben de ´Bunun cevabını 15 dakikaya kadar veririm´ diyerek odama çekildim."

Mustafa Kemal bana bu rüyasını anlattığında düşman henüz İzmir´e çıkmamıştı; İnönü mevkii de henüz bir önem taşımıyordu. Aradan yıllar geçti; 2.İnönü Savaşının kritik günlerinden biriydi. Mustafa Kemal´in arabası Millet Meclisinin önünde durdu. Hemen yanına koşarak telaş ve endişe içinde, "Paşam, İnönü´den ne haber?" diye sordum.
Aynen şu cevabı verdi :
"vaziyet kritiktir"
O zaman ben :
"Kritik nedir? Anlamadım ki!" dedim.
O da :
"Sana bunun cevabını 15 dakikaya kadar veririm" dedikten sonra gülümsedi ve :
"Hani Ankara´ya geldikten sonra bir rüya görmüştüm, hatırladın mı?"
Hafızamı yoklayarak, rüyasını anlattım. Gülerek :
"İşte !! rüya ayniyle vakidir. Ben İsmet´i tanırım, göreceksin 15 dakikaya kadar kendisinden muzafferiyet haberi alacağız."

Gerçekten de 5 dakika geçmeden bir telgraf gelmiş ve 2. İnönü Savaşının da zaferle sonuçlandığını öğrenmişlerdi...



"ATATÜRK´ÜN 1907´DE ÇİZDİĞİ T.C. HARİTASI..."

Atatürk, Kurtuluş savaşından çok önce, ittihatçıların Trakya´da 1907´de yaptıkları bir toplantı sırasında, bir Türkiye haritası çizmişti. Orada bulunanların anlattıklarına göre, o günkü Osmanlı Devleti sınırlarıyla hiçbir ilgisi olmayan ve o zaman hiçbir anlam veremedikleri bu harita, gelecekte yine Atatürk´ün kuracağı Türkiye Cumhuriyeti´nin haritası olacaktı.

Haritada bugünkü sınırlarımıza uymayan tek bir fark vardı; Atatürk, bizden ayrılmasına gönlünün bir türlü razı olmadığı Kerkük´ü de Türkiye topraklarına katmıştı.


"DENEME UÇUŞU..."

Uçakların ilk deneme ve gelişme dönemleriydi. Fransa´da yapılan bir uçak gösterisine katılan birçok ulusun temsilcileri arasında, Osmanlı ateşesi olarak Mustafa Kemal de bulunmaktaydı. Gösteriyi izleyenler, sırasıyla uçağa bindirilerek gezdiriliyorlardı. Sıra Mustafa Kemal´e geldiğinde, gösteride bulunan ve genç ateşenin komutanı olan şahıs, birden bir rahatsızlık duyarak Mustafa Kemal´in uçağa binmesine engel oldu.

Öteki temsilcilerle havalanan uçak kısa bir süre sonra düştü ve içindekilerden sağ kurtulan olmadı.

17 Temmuz 2012 Salı

Mustafa Kemal'in Gizemi (1)

Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk´ün olağanüstü yaşamı boyunca başından son derece ilginç ve gizemli olayların geçtiği biliniyor. Bu bölümde, bahsi geçen olayların bir kısmına yer vermeye çalışacağım. Hepsini yanyana getirdiğimizde olağanüstü bir puzzle'ın parçalarını birleştirir gibi Ata'mızın parapsikolojik yönü hakkında detaylı bilgilere de sahip olacağız hep birlikte...


 
"15 YIL HÜKÜM SÜRECEKSİN..."


Atatürk hakkında birçok kehanet vardır. Bunların en ilginci, onun el falına bakan bedevi falcının söyledikleridir.

Mustafa Kemal arkadaşları ile Bingazi´ye, Trablusgarp savaşına katılmaya gidiyordu. Yolda bir bedeviye rastladılar. Bedevi el falına çok iyi baktığını ve genç subaylara da isterlerse bakabileceğini söyledi. Hepsi ellerini açarak bedevinin söylediklerini dinlemeye başladı. Sıra Mustafa Kemal´e gelince kendisi önce baktırmak istemedi ama arkadaşlarının ısrarı karşısında sonunda o da elini bedeviye açtı. Bedevi ele bakar bakmaz yerinden sıçradı ve heyecan içinde :

"Sen padişah olacaksın" dedi ve ilave etti "15 yıl hüküm süreceksin."
Genç subaylar gülüştüler ve yollarına devam ettiler.

Aradan yıllar geçti. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti´nin Kurucu Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyetin 14.yılında hastalandı. Karaciğeri kötüye gittiğinde çevresindekiler ona "Artık içme Paşam" dediler. Atatürk onlara bir zamanlar yolda rastladıkları falcı bedeviyi hatırlattı ve gülerek :

"Arap vaktiyle söylemişti, Bizim padişahlık nasıl olsa 15 yıl sürecek... Hesapça bu son senemizdir..."

Yıl 1938´di...




"SECCADE ÜZERİNDEKİ KEHANET..."

Bilindiği gibi Hint halkı Atatürk´ü ve Türk halkını yalnız bırakmamıştı. Kurtuluş savaşından yıllar sonra, 1929 yılında Hintli bir mihrace, Atatürk´ü Pera Palas´taki 101 No´lu odasında ziyarete gelmişti. Mihracenin Atatürk´ü hangi nedenle ziyaret ettiği, adı ve ziyaret sebebi hala bilinmiyor. Mihracenin ziyaretindeki sır ise getirdiği hediyede saklı... Bu hediye altın sırmalı, Hint işi ipek bir seccadedir.

Seccadenin üzerinde bir şamdanın asılı olduğu düz bir kemeri, her iki yanında birer güvercin bulunan beş kubbeli bir diğer kemerin çevrelediği görülmektedir. Bordür de fillerden oluşmaktadır.

En ilginç yer ise her iki kemerin arasında orta kısımda dal kıvrımları ve güllerin çevrimi ile oluşan boşlukta Romen rakamlı bir saatin bulunmasıdır ve saat 09:08´i göstermektedir. Atatürk Mihracenin ziyaretinden 9 sene sonra saat 09:05´te vefat etmişti.

Seccade halen Pera Palas´ta bulunmaktadır.



"ATATÜRK´ÜN GELECEĞİ GÖRDÜĞÜ OLAYLAR..."

Atatürk 1931 yılında, 2.Dünya savaşının patlamasının yakın olduğunu söylemiş ve bu konudaki düşüncelerini General McArthur´a şöyle anlatmıştı :

"Versay antlaşması,1.Dünya Savaşına yol açan nedenlerden hiçbirini ortadan kaldırmadı. Tersine, rakipler arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirdi. Şimdi içinde yaşadığımız barış dönemi, sadece bir ateşkesten ibarettir. Avrupa´nın geleceği Almanya´nın alacağı tavıra bağlıdır."

Savaşın 1940-1945 yılları arasında çıkacağını söyleyen Atatürk, Almanya´nın ancak Amerika´nın savaşa katılması ile yenileceğini ifade etmiştir. Atatürk, hayatının sonlarına doğruda şöyle diyordu :

"Bir dünya savaşı yakındır. Bu savaş sonucunda, dünyanın durumu ve dengesi baştan başa değişecektir."

Mustafa Kemal, Mussolini hakkında da şu görüşlerini açıklamıştı :

Mussolini bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir. Her tarafa saldırıyor. Bu adam yüzünden, çok şımarmış olan bu millete dersini vermeyi çok isterdim, lakin yakında bir küçük millet onlara layık olduğu dersi verecektir. Ve şunu da hatırlatırım ki bir gün gelecek, Mussolini´yi kendi milleti linç edecektir."

Mussolini, kendi halkı tarafından kurşuna dizildi...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Battal Gazi Destanı (!)

Küçüklüğümden beri tarihi filmlere büyük ilgim olmuştur. Hele ki Türk tarihini anlatan filmler, daima izlerken beni kendimden geçirmeye yetmiştir. Çocukken en önemli film kahramanım elbette ki birçok çocuk gibi Cüneyt Arkın'dı benim de... Kara Murat, Battal Gazi, Korkusuz Cengaver, Köroğlu, Kılıçarslan vs. karakterlerini en iyi biçimde oynamaya çabalayan Cüneyt Baba'nın, o dönemlerde işini gerçekten büyük emekler harcayarak icra ettiğini şimdi şimdi görebiliyorum.




battal gazi ile ilgili görsel sonucuElbette ki filmler o zaman deli gibi ilgimizi çekiyordu; okuldan döner, kendimizi sokağa atardık. Tahtadan kılıçlarımızla oyunlar oynardık. Şimdi seyrettiğimdeyse defalarca gülüyorum belki ama güldüklerim filmlerde o dönem yapılan hatalardan ve abartı aksiyonlardan ibaret sadece :) Aslına bakarsanız - ki bu benim şahsi düşüncem - bunlar o zamanın gerçekten ciddiye alınarak yapılan eserleri... Annem hala anlatır; sinemaya giderlermiş, filmin sonunda baş kahraman kötü karaktere üstünlük sağladığında bütün sinema ayağa kalkar, alkışlarmış. O zaman kim dikkat ederdi ki bu filmlerdeki çekim hatalarına, atlayıp zıplamalarda yırtılan pantolonlara :)


Benim en çok sevdiğim, ilgiyle izlediğim, Battal Gazi serisiydi bunlar arasında... Hala da seyrederim televizyonda yakalarsam... Karakterler çoğu zaman hayal ürünü olmakla birlikte, Battal Gazi'nin tarihi bir kişilik olduğu zaten herkesçe biliniyor. Ama "Battal Gazi kimdir" diye sorduklarında 60 kere seyrettiğiniz bir filmin karakterinin aslında kim olduğunu anlatamıyorsanız şayet, bu biraz da sizin eksikliğinizdir diyorum... Size de belki bu garip gelecek ama, en azından bunu da bilmeden, öğrenmeden dünyadan göçüp gitmek de olmasın hani... :P





battal gazi ile ilgili görsel sonucuBattal Gazi, bildiğimizin aksine Türk değil, Arap bir cengavermiş... Doğumunun M.S. 690-695 yılları arasında olduğu düşünülüyor. Arap olmasına rağmen doğum yeri Malatya... Filmlerde "Malatya Serdarı" unvanı için çarpışan bu cengaver, aslında Emevi ordusunda birçok savaşa katılmış; hatta ve hatta arapların 717'de İstanbul'u kuşattıkları savaşta bu orduda görev almış. O dönem 20'li yaşlarında olduğu düşünüldüğünden - ki bu bilgilere de Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinden ulaşılabilmiş - ortalama olarak doğum yılının az önce yukarıda bahsettiğim gibi 690-695 yılları arasında olabileceği varsayılıyor. M.S. 740 yılında Eskişehir yakınlarında ismi şu an bile bilinmeyen bir savaşta aldığı kılıç darbesiyle şehit düşen Battal Gazi'nin, Anadolu'da islamiyetin yayılmasında son derece etkin bir rolü olduğu da edindiğim bilgiler arasında...



25 senedir non-stop seyrettiğim film kahramanının Türk değil de Arap olduğunu öğrenmek bende hayal kırıklığı yaratmış olsa da, Anadolu Kültürü adına katkılarının yadsınamayacağı gerçeğini de göz ardı edemiyorum yani...





12 Temmuz 2012 Perşembe

Pipo Üzerine Kişisel Anekdotlarım

Uzun zamandır pipo içenlere imreniyorum. Üzerinde gerek piyasadan gerekse internetten epey araştırma yaptıktan sonra kendime pipo almaya ve denemeye karar verdim ben de... Çekincelerim vardı, yakabilecek miyim, izlenim edindiğim şekilde içebilecek miyim diye... İnternette dolaştım epey bir zaman; ama farkettim ki benim gibi bunu merak eden, yakan-yakamayan, içen-içemeyen pipo tutkunu oldukça fazla :) Ben de bu yeni deneyimlerimi paylaşmak istedim, şayet deneyecek olan varsa tabi ki...



Tütünün mevcut durumu önemli gibi görünüyor ilk etapta. Birincisi çok ıslak olmaması gerekiyormuş. Nem almayan kuru bir ortamda saklayıp muhafaza etmek doğru olacaktır. Duyduğum kadarıyla ufak bir porselen vazoda saklamak içim lezzeti katıyormuş, ama tabi denemek lazım doğru mu yanlış mı diye.. Tütün olarak çeşitli markaları kullanmaya başladım, ama fayda fiyat endeksi dengelemek isteyenler için Captain Black'in sağlam bir marka olduğu yönünde duyumlarım var.

Pipoyu ilk kez yaktığımızda dikkate değer ilk unsur pipo haznesinin tamamen doldurulmaması olacak. Haznenin yarısını geçmemeye özen göstermek gerekiyor. Piponun bir özelliği var ki o da her kullanımda bir öncekinden daha fazla keyif vermesi... Neden derseniz, piponun iç ahşabı her yanışta için için yanarak sertleşiyormuş. Bir de piponuzu ilk zamanlar arka arkaya içmemeye gayret edin, gerekirse 1 hafta ara verin, ki hemen deforme olmasın. Tütünü kendi parmaklarınız aracılığıyla doldurabilirsiniz. İnternet sitelerinden boşu boşuna aksesuar almaya kalkışmayın derim. Ama dersiniz ki, "elim ayağım tütün kokmasın", o zaman bir çay kaşığı bile işinizi görecektir. Doldururken de temizlerken de... Dolum esnasında çok sıkıca bastırmayın ki hava kanalının önü tıkanmasın.

Dolum sonrasında kibrit yardımıyla tütün üzerinde yuvarlaklar çizerek ve tütünün her yerini eşit olarak yakarak piponuzu yakabiliyorsunuz. Ben mutfak çakmağı kullaniyorum mesela..:) Pipo, sigaraya nazaran daha çabuk söndüğü için, sık aralıklarla nefes çekmek lazım. Bu şekliyle ortalama 15-20 dakikalık keyifli bir içim süresi yaratabilirsiniz kendinize.



Temizliğine gelince; pipo iki türlü temizlik gerektiriyor. Birincisi piponun her içimden sonra yapılan temizliği, ikincisi birçok kez içtikten sonra yapılması gereken temizliktir. Ama benim tavsiyem her içim sonrası temizlenmesi yönünde... Pipo içimi ardından dipte kalan külü, çay kaşığı ile alabilirsiniz. Ama önce yavaşça karıştırıp, soğumaya bırakmak koşuluyla... Sıcakken dökmemeye özen göstermelisiniz. Soğuma sonrası pipoyu ters çevirerek külü boşaltabilirsiniz.

Bu arada incelemelerim sonucu benim gibi yeni başlayanlar için bazı marka önerilerim olacak ki, aromatik lezzet anlamında genel olarak iyi puanlar ve yorumlar aldıklarını söyleyebilirim. İşte birkaçı :

*** Peterson - Sherlock Holmes
*** GL Pease - Embarcadero
*** GL Pease - Cumberland
*** Captain Black
*** Türk Pipo Tütünü
*** McClelland - Arcadia

Keyifli İçimler Dilerim...

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Lezzet Durakları Serisi (2) - Maşukiye

Yaklaşık 7 seneyi aşkın süredir, yaz dönemlerimi Sapanca'da geçiriyorum... Benim için huzura kavuşabilmek adına eşsiz yerlerden biri... Yaş erdi kemale haliyle, sokak sokak dolaşıp bar kulüp arama dönemlerimizin geçtiğini de düşünürsek sanıyorum ki bu blog'da Sapanca ve sahip olduğu güzel yanlarını huzur bakımından paylaşmak hoş olur. Buralara gelip de piknik ve sayfiye noktalarını gezmemek, bunlardan bahsetmemek, hatta ve hatta en azından bir mola verip de meşhur lezzetlerini tatmamak da bence büyük bir kayıp diye düşünüyorum.


Maşukiye’yi herkes duymuştur, ama gitmeyenler mutlaka vardır. Ben de bugün duyup da gidemeyen yarenler için Maşukiye’den kısaca bahsetmek istiyorum. Bir önceki bölümlerde anlatmıştım; alabildiğine doğanın ve yeşilin merkezidir Sapanca... Maşukiye ise bu merkezin en önemli can damarlarından biri… Kartepe’nin eteğinde yeralan Maşukiye’de sıra sıra butik oteller, restoranlar ve çeşit çeşit mesire alanları yer alıyor. Ben de bunlar içinde en büyüklerinden birinde öğlen yemeği yiyebilme imkanı buldum.



Genel görünüm bakımından Maşukiye’nin İstanbuldereköy’den çok da bir farkı yok. Hatta bana kalırsa fiyatlar açısından çok daha avantajlı olduğunu bile söyleyebilirim. Çünkü burada yediğim kiremitte soslu alabalık İstanbuldere’de denediğime nazaran daha ucuz… Neyse uzatmayayım…

Mekana adım atar atmaz yüzünüze hafif bir serinlik vuruyor. Bunun muhtemel nedeni, sadece ağaçlardan ve akan derelerden oluşan bir ambiyansa sahip olması anlaşılan… Arabanızı da gölge bir yere çektiyseniz eğer, serin bir eve dönüş için avantaj elde etmiş olursunuz, çünkü yazın buralar oldukça sıcak… Ağaçların gölgelediği ve derenin çevrelediği bir masaya kuruluyoruz biz de ailecek, hem sıcaktan korunmak, hem de esintinin tadını tamamen çıkarabilmek adına… Bu kez alabalığın yanında kiremitte kaşarlı mantar da denemeye karar veriyorum. Burada da müşteri memnuniyeti ortalamanın üzerinde, görevliler en ufak işarete tepki veriyorlar... Bu önemli J


10 dakika geçiyor geçmiyor; alabalıklarımız ve mantarlarımız masamızı süslüyor, yanında elbette köy yapımı kestane balı ve tereyağıyla birlikte… Çoban salatayı unutmamak gerek; gerçekten zeytinyağıyla tatlandırılmış olan bu salata, İstanbuldere’de yediğimizi aratmıyor. Ve elbette ki orada edindiğim tecrübelere dayanarak hem anneannemin alabalığını, hem de kendiminkini ustaca ayıklamaya koyuluyorum.


Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin; sıcakta da insanın canı bir şey istemiyor ancak alabalık ve mantar gerçekten de farkında olmadan iyi gidiyor diyebilirim. Dostlarla, arkadaşlarla kısacası yarenlerle gidilebilecek güzel bir aile mekanı olduğuna kanaat getirebilirsiniz.

Fotoğraf çekmeden buradan ayrılmak olmaz diyorum ve kendimi doğruca tepelere vuruyorum. Burada mevcut tesise ek olarak merdivenle ulaşılabilen dik tepelerin yamaçlarına yeni barakalar ve bungalow denen kulübeler yapılmakta… Burası restoran olduğu kadar butik otel niteliği de taşıyor.



Yaklaşık 10-15 dakika boyunca etrafın güzelliklerini, doğanın tadını resimledikten sonra dönüş yoluna geçmek adına tekrar tesise iniyorum. Aşağıda Maşukiye Hatırası edinebileceğiniz ufak çaplı dükkanlar mevcut, ancak çok da girmenize gerek yok gibi görünüyor, halihazırda İstanbul'da da rahatlıkla bulabileceğiniz hediyelik eşyalar işte... :)

Eğer hala aranızda görmeyenler, hatta duymayanlar varsa ki sanmıyorum, İstanbul’un gürültüsünden patırtısından az da olsa kaçabilmek adına Maşukiye’ye koşun derim… (Durum malum, bu aralar köprü tadilatı trafiği Mahmutbey gişelere kadar uzatıyormuş...!!!)

Bugün Maşukiye’ye, Sapanca Kırkpınar’dan çıkarak İstanbul istikametine doğru eski Ankara-İstanbul yolu üzerinden yaklaşık 10 km’lik bir mesafeyi arabayla geçtikten sonra Kartepe / Maşukiye tabelalarının takip ederek ulaşabilirsiniz. Burada önemli olan nokta, TEM yolundan Sapanca-Arifiye sapağına girer girmez gişelerden çıktıktan sonra karşınıza çıkan döner kavşaktan sola 10 km ilerlemeniz olacaktır.

İyi Dinlenmeler, İyi Haftasonları Dilerim... :)


9 Temmuz 2012 Pazartesi

İnanılmaz, Mucizevi; Ama Gerçek !!

Mucize deyince hepimizin aklına, olması muhtemel ama olamayacağını düşündüğümüz olaylar zinciri geliyordur muhakkak... Peygamberler tarihine baktığımızda görüyoruz ki, peygamberliklerinin bir kanıtı olarak her biri kendilerine has mucizelerini allahın bahşettiği kudret ile gerçekleştirmişler. Bunu da zaten yaratılanların en şereflisi olan insanlar arasında sadece peygamberlerimiz gerçekleştirebiliyordu zaten... Buna paralel olarak bu yazımda 30 yıllık yaşantım boyunca görebileceğim en önemli mucizeden bahsedeceğim size...  


Türk Tarihi sayısız efsane, kahramanlık ve mucizelerle doludur; herbiri kendi içinde insanı hayrete düşürecek bir hikayeye sahiptir. Ancak öyle bir mucize anlatacağım ki, sizlerin bilgisine sunarken bile içim ürperiyor, tüylerim diken diken oluyor.

Ardahan'a yolu düşeniniz var mı bilmem, ama varsa ve bahsini açacağım yeri görmüşseniz şanslı olduğunuzu kesinlikle düşünebilirsiniz; çünkü bu mucizeyi görmek herkese nasip olacak cinsten değil. Benim yolum askerliğimi yapmak için Kars'a düştüğünde daha yıllar önce gazetede görmüş olduğum bu eşsiz manzarayı gerçekte görebileceğimi düşünmeden kendimi yollara vurmuştum. Terhis vakti gelmesine yakın Tugay komutanımızın özel izniyle kısa dönem askerler Ardahan'a geziye götürülecekti ve o an beynimde ışık yanmıştı : "Acaba Damal'a da götürürler mi bizi bu vesileyle ?"




Damal, Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesindeki sınır illerinden olan Ardahan'ın yılın belli zamanlarında beliren Atatürk silüeti ile ünlü bir köyü... Her yıl Mayıs ayının 15'i ile Temmuz ayının 15'i arasında saat 18:00'den itibaren Karadağ sırtlarında Atatürk'ün bu silueti net olarak yaklaşık 20 dakika güneş batımından önce izlenebiliyor. Atatürk'ün profilden görüntüsü, görenleri hayrete düşürüyor. Damal halkı da bu doğa olayının kendi yörelerinde bulunmasından aşırı bir onur duyuyor elbette. Gurur duyulmayacak birşey mi sizce de bu ??

Yurdun çeşitli yörelerinden bu harikayı görmeye gelenler var. Ardahan'da bu tarihlerde Atatürk'ün gölgesi altında Damal Şenlikleri de düzenleniyor. Biz de askerliğimizin sonunda böyle şaşırtıcı ve mucizevi olaya şahit olarak büyük bir onura eriştik. Bu elbette ki benim şahsi düşüncem ve de şansım... 

Son olarak, ayrı bir düşüncemi de eklememde yarar var : Bu yüce komutan Türk Milletine allah tarafından gönderildiğine göre, elbette Ata'mızı unutmamak adına yine allahın biz Türklere bahşettiği en güzel armağanlardan biri olsa gerek bu mucizevi silüet...



Hey Güzel Allahım, Sen Ne Harikalar, Ne Mucizeler Yaratıyorsun... ?

5 Temmuz 2012 Perşembe

Bilinmeyen Mustafa Kemal...

<<<  Mustafa Kemal Atatürk... Ulu Önderimizdir, 1881'de doğmuş 1938'de ölmüştür, Kurtuluş savaşının baş kahramanıdır, başöğretmendir vesaire vesaire... Bugüne kadar Gazi hakkında bildiklerimiz hep klişeleşmiş bilgilerdi, bunu kabul etmemiz gerek... İlkokul çağlarımızdan bu yana bize öğretilenler sadece, alışılagelmiş bir Atatürk profilinden ibaretti. Peki ya "Ulu Önderimizin" bilinmeyen yönleri??? Çoğumuz Ata'mızı tanıdığımızı, öğretilenlerle sevdiğimizi ifade ederiz ama onun özel yaşantısını ve hiç gün yüzüne çıkmamış yönlerini hangimiz biliyor?

Bu çalışmamın kapsamı, sizlerle naçizane "Bilinmeyen Mustafa Kemal"i paylaşmaya yönelik olacaktır. >>>

atatürk imza ile ilgili görsel sonucu
İşte Ata'mızın pek, hatta hiç bilmediğimiz bazı özel yönleri:


Gazi, kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazmış. "Atatürk" lafını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Başkanı kullanmış ve Gazi de bu adı beğenerek soyadı olarak kaydettirmiş.


Onun tek hayali elbette ki sadece Türkiye Cumhuriyetini ileri medeniyetler seviyesine çıkarmak değildi. Kendine has bir hayali de söz konusuydu. Ömrü vefa etseydi, dünya turuna çıkmayı arzu etmekteydi. Bu, yine de özel bir yaşam isteği arzusuna bağlı değildi elbette, böyle bir tura çıkarak Türk Dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek amacı güdüyordu. Özellikle "kayıp kıta Mu" ideali, onu uçsuz bucaksız seyahatlere çıkmak hususunda ateşlemekteydi.



Atları çok severmiş; ama onlardan sonra da en sevdiği hayvan köpekmiş. Zira "Fox" adını verdiği köpeği, Gazi`nin ayak ucunda uyurmuş hep.




Evinde, çevresinde, hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezmiş. Simetri takıntısı olduğu yönünde kendisine şaka yollu yakıştırmada bulunan yaverine bir gün "haklısın çocuk" cevabını vermiş.



En sevdiği dans valsmiş. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyormuş. Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlermiş.


İstanbul Valisi Üstündağ, ekmeğe zam yaptığını haber verince Gazi, küplere binmiş ve kendisini şiddetle azarlamış.


Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla, hayatı boyunca en sevdiği yemek, kuru fasulye ve pilavmış. Tatlıya düşkünlüğü yokmuş ancak canı çektiğinde çok sevdiği gül reçelini tercih edermiş.



Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurmuş ancak, bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz edermiş.



Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizermiş. Lacivert takım elbise giymeyi hiç sevmezmiş.



Binlerce kitabı varmış. Ama bunların arasında bir tanesini hayatı boyunca, hatta cephede bile yanından ayırmamış. "Çalıkuşu"...


çalıkuşu ile ilgili görsel sonucu


Boyu 1.74'müş. Değerli yaşamının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46'ya kadar düşmüş. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyermiş.



Gömleklerinin hepsi beyazmış. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanımına teşvik amacıyla tüm gömlekleri Beyoğlu`nda bir terziye diktirilmeye başlanmış.



Bir sabah milletvekilleri ile trene binmiş. Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına sasırmış ve elbette o yüksek tavrıyla nedenini sormuş. Trenin, milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş ve "Ne de güzel halkçılık uygulamasıdır bu" demiş.



İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermiş: "Adam olmak demektir hocam, ADAM OLMAKTIR!"


atatürk ve meclis ile ilgili görsel sonucu


Değerli yaşamının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra, Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi gelmiş; çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünürmüş hep.


Sabah kahvaltılarını sevmezmiş, yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine uzanır, günün ilk kahvesini ve sigarasını içermiş. Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıymış.

Nutku hazırlarken 3 gün 3 gece uyumadan çalışmış.


Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sorduğunda, "sekiz" yanıtı vermiş. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek "Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım" demiş.



Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz, böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellermiş. Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği, savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıymış.



Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynarmış; oyun sonunda kazandıklarını da iade edermiş.


Bir gün halk arasında dolaşırken çarşaflı bir kadına rastlamış, "Hafız Hanım, benim hatırım için başındaki örtüyü açar mısın?" diye sormuş. Kadın başörtüsünü açarak, Atatürk`ün önünde eğilmiş ve "senin hatrın benim için emirdir Paşam" diyerek ellerini öpmüş.


Sportmen bir kişiliğe sahipmiş. Her gün ata biner, yüzmeye gider ve bilardo oynarmış.


Ä°lgili resim

Eğitim hayatı boyunca en başarılı dersi matematikmiş.


Atatürk’ün, “Kemal” olan adını “Kamal” diye değiştirdiğini hangimiz biliyoruz peki ?


Yağcılara çok kızarmış. Bir akşam sofrasında kendisine gereksiz şekilde iltifat eden Abdülhak Hamit`i ağır biçimde azarlamış.



1937`yi 1938`e bağlayan yılbaşı gecesini Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile baş başa sohbet ederek geçirmiş. O gece, dolabındaki bazı elbiseleri bakana hediye etmiş. Belki de son yılbaşı gecesini yaşadığını anlamıştı... Kim bilir... ?




Aziz Hatırasına Saygı duyulası bir adamdı kısacası... Toprağı bol, Mekanı Cennet olsun....




3 Temmuz 2012 Salı

Beraeti Yüce Allah'tan İstemeli...

Merhaba Arkadaşlar,

Blog yazmaya başladığımdan bu yana, sizlerle güncel konular üzerine naçizane bilgi paylaşımı gerçekleştirmeye çalışıyorum. Bugünkü yazımda, 4 Temmuz Çarşamba akşamı içinde bulunacağımız Berat Kandilinden bahsediyor olacağım.

Berat gecesi, Şaban ayının 14. gününü 15. gününe bağlayan ve dinimizce kutsal kabul edilen gecelerden biridir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde II.Selim'den itibaren cami minarelerinde kandil yakılmasıyla “kandil” adını almıştır.


Berat kelime olarak aslen “Beraet” olup, Arapça'da temize çıkma, zorluktan kurtulma anlamına gelir. İslam inancına göre bu gecenin bereketli bir gece olması sebebiyle “Mübarek Gece”; günahların affı ve kulların temize çıkarılması sebebiyle “Berat Gecesi” ve kulların ihsana ve iyiliğe kavuşmaları nedeniyle “Rahmet Gecesi” şeklinde de ifade edilmektedir.
Ayrıca mübarek sayılan bu gece, dinimizce Kur'an-ı Kerim'in Levh-i Mahfuz'dan Dünya semasına toptan indirildiği gece olarak kabul görmektedir. Bu duruma "inzâl" adı verilmektedir. Kadir Gecesi'nde ise Peygamber'e ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır Ku’ran... Buna da "tenzîl" deniyor.



Yüce yaratan bu gecede af kapılarını ardına kadar açar; bu gecede inananlar affa uğrar ve günahlarından tövbe ettikleri takdirde temizlenirler. Yine bu gecede, bir yıl içinde olacak bütün işler hükme bağlanıp, ifası için Yüce Allah tarafından meleklere bildirilir. Bu geceyi ibadetle geçirmenin, özellikle de kandil gününde oruç tutmanın çok sevabı olduğu hadis ve ayetlerde beyan edilmektedir. Müslüman alemi bu geceyi ibadetle geçirmenin pek çok sevabı olduğuna inanır. Bu konuda peygamber efendimizin çeşitli hadisleri vardır, bunlardan birinde şöyle buyurmaktadır:
"Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkınız. Ve o gecenin gündüzünde oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah-u Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: 'Benden mağfiret (af) dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim (affedeyim). Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim' buyurur."

Peygamber efendimizin bir diğer hadisindeyse şundan bahsedilmektedir :
"Şüphesiz Allah-u Teâlâ Şaban ayının onbeşinci gecesi, dünyaya en yakın olan semaya iner ve Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısından daha çok günahları (veya günah sahiplerini) bağışlar"
BERAET KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN....

Devrim niteliğindeki DeFi Protokolü IPOR 22 Mart 2023'te Bitget'te listelenecek

  Bitget, geleneksel finans oyuncuları için IPOR pratik çözümü ile DeFi ve TradFi arasındaki boşluğu dolduracak Victoria, Seyşeller, 20 ...