28 Şubat 2018 Çarşamba

Kanal İstanbul'un Asıl Fikir Sahipleri

"Çılgın Proje" olarak lanse edilen Kanal İstanbul...

Çok değil, henüz 45 gün önce Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan'ın "2011 yılından bu yana üzerinde çalışıyoruz, isteseniz de istemeseniz de sonuçlandıracağız" dediği, kendisine yakın çevrelerin "Fikir sahibi, isim babası, mimarı, mühendisi açıkçası tek sahibi Erdoğan'dır" şeklinde nitelendirdikleri bu mega proje aslında yıllar önce, o dönemin siyasi partilerinden Demokratik Sol Parti (DSP)'nin genel başkanı rahmetli Bülent Ecevit'in hayata geçirmeyi arzu ettiği bir projeydi.

ecevit kanal projesi ile ilgili görsel sonucuSadece 24 yıl öncesine dönmemiz yeterli olacaktır, o dönem DSP'nin seçim vaatlerinden biriydi proje.... Rahmetli Bülent Ecevit, İstanbul’un Avrupa yakasında Karadeniz ile Marmara arasında bir kanal açılmasını önermiş ve bu proje, DSP’nin Kanal Projesi adıyla partinin seçim broşürlerinde yerini almıştı. Her nasılsa bu durumun üzerinde çok durulmuyor, hatta hiç durulmuyor.

Fikir tabii ki yeni değildi. Projenin tarihi Roma dönemine kadar dayanıyordu. Osmanlı Devleti döneminde ise Kanuni Sultan Süleyman döneminde proje gündeme gelmiş ancak iptal edilmişti. Daha sonraları Karadeniz ve Marmara’yı yapay bir su yolu ile bir birine bağlama fikri daha 16. yüzyıldan itibaren 6 kez daha gündeme getirilmişti. Bunlardan birinde; Karadeniz’in, Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü üzerinden Marmara’ya bağlanması düşünülmüştü. Bu plana göre, bağlanma iki aşamada olacaktı. Birinci aşama; Sapanca Gölü’nün doğusundan geçerek kuzeye akan ve Karadeniz’e dökülen Sakarya Nehri ile Sapanca Gölü arasına kanal açmaktı. İkinci aşama ise; Sapanca Gölü’nün batısında bulunan Marmara’nın en doğu uzantısı olan İzmit Körfezi ile arasına kanal açmaktı. Açılan bu kanallarla Karadeniz ve Marmara, Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü üzerinden birleştirilmiş olacaktı. Fakat, zamanın zorlukları ve savaşlar nedeniyle bu plan gerçekleştirilemedi.

ecevit kanal projesi ile ilgili görsel sonucu

Cumhuriyet dönemine bakarsak; kanal fikri ilk defa TÜBİTAK tarafından ortaya atıldı.
Ağustos 1990’da, Bilim ve Teknik Dergisi’nde yayımlanan bir makalede öneri sunulmuştu. Dönemin Enerji Bakanlığı Müşaviri Yüksel Önem yazdığı bir makalede; “İstanbul Kanalı’nı Düşünüyorum” başlığını kullandı. Bu projede; kanalın bu sefer Avrupa yakasında yapılması ve Büyükçekmece Gölü’nden başlayarak, Terkos Gölü’nün batısından geçecek şekilde, Marmara’nın Karadeniz’e bağlanması öngörülüyordu.

İlgili resimPlana göre ortalama olarak 150 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğinde bir kanal yapılacağı ifade ediliyor. Tamam da İstanbul Boğazının en dar yeri 700 metre ve en geniş yeri 4200 metredir. İnanmayan da genel bir araştırmayla bu rakamlara ulaşabilir. Bu durumda yeni yapılması planlanan kanal Boğaza nasıl alternatif yaratacak? 

Biraz daha araştırma yaptım, 1936 yılında imzalanan ve Türk Boğazlarından (İstanbul ve Çanakkale boğazlarından bahsetmekteyim) geçişi düzenleyen Montrö Sözleşmesi uyarınca bu alternatif mümkün gözükmüyor. Zira bu sözleşmede, geçişlerin mutlak suretle boğazlardan gerçekleştirileceği ifade ediliyor. Bu halde biz ülke olarak diğer ülkelerin gemilerini nasıl bu dar boğazdan geçmeleri hususunda zorlayabileceğiz? 

Bütün bu proje hangi kaynakla gerçekleştirilecek? bunlar konusunda bir fikrimiz dahi bulunmuyor bu arada...


27 Şubat 2018 Salı

"Zayıflamak" İçin Kullandığınız Çaylar Sağlığınızı Tehlikeye Atabilir


Çay...

insanoğlunun en eski tarihinden beri keyif içeceğimizdir, hatta nerdeyse ülkemizde bir gelenek halini almıştır. Bitkisel çaylar da aynı şekildedir. İnsanlığın doğal yaşamlarında ilk olarak tanıştığı içeceklerden biridir bitki çayları. Bitkilerin çoğu bizler için rahatsızlıkların hafifletilmesinde destek niteliği taşır. Ancak bitkisel çay adı altında -zayıflamaya- yardımcı olduğu söylenen çayları tüketmek günümüzde büyük tehlikeleri de beraberinde getiriyor.

Burada yanlış anlaşılmak istemem ama konu bitkisel çaylar değil “zayıflama amaçlı içilen çayların zararları”...

Peki basbas bağırdığım zayıflama çaylarının zararları nelermiş, gelin birlikte keşfedelim:

Zayıflama çayları "alkaloit" adlı bir kimyasal içermektedir. Başta "akut hepatit" olmakla birlikle siroz, sarılık ve ciddi boyutlarda karaciğer rahatsızlıklarına neden olduğu araştırmalarda tespit edilmiştir. Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği üyesi doktorlar, son zamanlarda moda haline gelen bu çayların tüketilmesini kesinlikle önermiyor. Hatta tüketilen bu çayların kişinin karaciğerinde geçici ya da kalıcı olarak ciddi tahribatlara yol açabileceğini de önemle vurguluyorlar. Özellikle Çin ve Jamaika’dan gelen çayların karaciğer hücrelerinde yoğun hasara neden olduğunu ve çok nadir de olsa ölümcül hepatite kadar sonuçlanabileceği öngörülüyor. Sonuçta düşünün yani, ÇİN MALI...

Zayıflama çaylarının içinde bulunan kimyasallar idrar söktürme etkisine sahiptir, Bu yüzden vücudumuzun ihtiyaç duyduğu sıvı miktarının düşmesine neden olabilirler. Aslında bunların yerine bol sıvı almak ve günlük su tüketimimizi dengede tutmak bile sağlıklı bir zayıflama sağlayabilecektir.

Yanlış karışımlar bile zararlıdır. Zayıflama çaylarının birlikte daha etkin olduğunu düşünerek karıştırma yoluna gidenler de zarar görmektedir. Bu çayların karışımlarına göre en çok ortaya çıkardıkları bazı yan etkiler; Kalp ritminin bozulması, nabız hızlanması, tansiyon, ishal ve kusma, baş dönmesi, uykusuzluk, dikkat dağınıklığı , aşırı su kaybına bağlı olarak sindirim sistemi rahatsızlıkları, mide kramplarıdır. 

Bu yazıdan amacım, siz değerli dostlarımı, okurlarımı bir nebze de olsun sağlık konusunda bilgilendirmek... Sağlık bu, şakaya gelmiyor.

26 Şubat 2018 Pazartesi

Bir Dramın 26.Sene-i Devriyesi : HOCALI

Dağlık Karabağ Sorunu Nasıl Başladı?

Azerbaycan, Ermenistan ve İran arasında yerleşen Dağlık (Yukarı) Karabağ, Kafkaslarda önemli bir geçit noktasında bulunuyor. Dağlık Karabağ, jeopolitik ve jeostratejik öneme sahip coğrafi konumu dolayısıyla bölgedeki güçlerin, ele geçirmek için tarihin hemen her devrinde sürekli mücadele verdiği, savaşlar yaptığı bir bölge olmuştur.


Tarihi süreçte elde edilmesi veya elde tutulması uğruna savaşların yaşandığı Dağlık Karabağ’da verilen mücadele, 19. yüzyılda Ermeni nüfusunun bölgeye yerleştirilmesi şekline dönüşmüştür. Rusya’nın Kafkasya’da izlediği politikanın bir parçası olarak 19. yüzyıl başlarından itibaren bölgeye, hem İran hem de Anadolu’dan getirilen Ermeniler yerleştirilmiştir.

O dönemde Rusya'nın bölgeye ilişkin uyguladığı politika sonucunda bölgede Ermeni nüfusu artmıştır. Ermenilerin nüfus yoğunluğunun artmasıyla birlikte bölgedeki nüfus dengesi de değişmiştir. Bir yandan nüfus yoğunluğu lehlerine dönen, diğer yandan Rusların desteğini arkasına alan Ermeniler adım adım bölgeye hâkim olmaya ve Dağlık Karabağ toprakları üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır. Ermeniler, Dağlık Karabağ’da mutlak hâkimiyeti elde etmek amacıyla 1830’lardan itibaren Türk yerleşim alanlarına karşı çeşitli saldırılarda bulunmaya başlamıştır.

Göçlerle kademeli olarak Ermeni nüfusu artırılan Dağlık Karabağ, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde "özerk bölge" statüsüne kavuşturuldu. 1918 yılında kurulan Ermenistan, Dağlık Karabağ’ı da topraklarına katmak ve böylece “Büyük Ermenistan” hayallerine ulaşma adına bir adım daha atmak amacıyla, SSCB döneminde de mücadelesine devam etti. Öte yandan 19. yüzyılda Ermeni nüfusunun Karabağ’a yerleştirilmesi şekline dönüşen mücadele, 20. yüzyılın başlarından itibaren bölgede yaşayan Azerbaycan Türklerinin anavatanlarından sürgün edilmesi şeklinde yeni bir boyuta da adım atmış oldu.

Karabağ Savaşı - Hocalı Katliamına Adım Adım...

Her iki ülkenin henüz Sovyet ittifakında yer aldığı dönemde Ermenistan, Azerbaycan’a askeri müdahalede bulunmuştu. SSCB’nin dağılma sürecine girdiği 80’li yıllarda ise Ermenistan’ın bölgedeki hak iddiası yeni bir ivme kazandı. Ermenilerin 1988’de Karabağ’ı Ermenistan’a bağlamak üzere başlayan müdahalesi 1992’de Ermenistan ve Azerbaycan arasında genel savaşa dönüştü.

Sürgünler ve savaş sürecinde hile, baskı ve Rus desteğinden yararlanarak Karabağ’da yaşayan Türk halkını soykırıma tabi tutan Ermeniler, planlarını gerçekleştirme, emellerine varma adına bölgede birçok katliam yaptı. Savaşta Ermeniler tarafından bölgede işlenen en acımasız uluslararası suçlardan biri, 16 yıl önce bugün (25-26 Şubat 1992 gecesi) Hocalı şehrinde gerçekleştirilen katliamdır. Hocalı katliamında Ermeni silahlı güçleri, Rus birliklerinin yardımıyla Hocalı’ya saldırarak şehri terk edememiş suçsuz ve silahsız masum insanları acımasız şekilde katletmiştir. O gece esir alınan sivil halkın çeşitli işkencelerle öldürüldüğü, bölgede daha sonra yapılan tetkikatlardan anlaşılmıştır. Canlı şahitlerin ifadeleri ve basın organlarında yayımlanan film ve resimlerde görünen insanlık dışı cinayetler, Ermenilerin soykırım amacıyla bu operasyonu gerçekleştirdiğini göstermektedir.

Masum İnsanların Hayatının Kararması

Ermenilerin gerçekleştirdiği katliamlarla, işkencelerle, birçok insan hakkını ihlallerle dolu Karabağ Savaşı’na, 12 Mayıs 1994’te Azerbaycan ve Ermenistan arasında yapılan bir ateşkesle virgül konuldu. Ancak, 1988 yılında başlayan savaş sonucunda, Rusya’nın aktif desteği ve katılımı ile Azerbaycan topraklarının beşte biri Ermenistan tarafından işgal edilmiştir. İşgal edilen topraklar Dağlık Karabağ ve çevresindeki şehirlerden oluşmaktadır. Savaşta, 20 bin insan ölmüş, 50 bin insan yaralanmış, 5 binden fazla insan esir düşmüş ve bir milyon insan da anavatanlarından sürgün edilmiş ya da göç etmek mecburiyetinde kalmıştır.


ALLAH TÜRK'Ü KORUSUN ve YÜCELTSİN... Hayatını kaybeden soydaşlarımıza allahtan rahmetler olsun...


Not: Blogumun bu bölümü, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezinin 04 Mart 2008 tarihli yazısından özetlenmiştir. (TASAM) 

Tehlikeli 3'lü: Sucuk-Salam-Sosis...

Her sabah kahvaltılarımızı süsleyen başlıca et kategorisindeki gıda enstrümanlarımız var: Sucuk, salam, sosis... Doktorlar şiddetle "tüketmeyin" dese de, birçok insan halen yemeye devam ediyor. Ben dahil.
Halbuki biraz araştırsak, biraz görebilsek bazı şeyleri...? O durumda bu işlenmiş et ürünlerinin zararlarına daha çok vakıf olabileceğiz. 

Bu yazıyı hazırlarken edindiğim bilgiler, benim gibi bu ürünlere düşkün birinde bile güzel izlenimler bırakmadı.

Peki bu tehlikeli üçlünün işlenme süreci nasıl? Düşünmek dahi istemedim ama maalesef ki büyükbaş-küçükbaş hayvanların artık et parçalarından, iç yağlarından, sinirlerinden ve hatta kıllarından faydalanılarak, çeşitli fermante süreçlerinden geçirilip içlerine baharat ve salça gibi diğer karışımlar eklenerek bizlere sunuluyor. Ben en çok sucuk tüketiyorum, hemen hemen haftada 2 yada 3 kez. Hiç yağ koymasam bile yedikten sonra sucuğun kendi yağını biraz bekletip görmek bile yeterli... Donduğunda aldığı görünümü bir de damarlarınızda, midenizde düşünün. Kötü olmuyor mu?

Özellikle beslenme uzmanlarının bu konuda değindiği temel konulardan biri sucuk, sosis ve salamın zararlarına karşı çocuklarımızı muhafaza etmemiz. Çocuklarımıza bu besinleri vitamin takviyesi olarak yediriyoruz aslında ama onların küçük bedenlerinde nasıl tahribatlara yol açıyoruz farkında bile değiliz Dünya sağlık örgütünün (WHO) yaptığı araştırmalar sonucunda sucuk başta olmak üzere salam, sosis, dana jambon gibi işlenmiş etlerin tüketiminin kolon ve rektum kanseri riskini önemli derecede artırdığı ortaya çıkmış durumda. Hiç hiç olmadı şu istatistik bile göz ardı edilemez: Günde 50gr işlenmiş kırmızı et tüketen (1 adet sosis) kişilerin bağırsak kanseri olma riski, kullanmayanlara göre %20 daha fazla. Kalp sağlığını riske attığımızı buna katmıyorum bile.
Hadi tamam bunları yiyoruz, bazı şeyleri de gözardı ettik. Bir de bu ürünlerin raf ömürleri var. İmalathanelerde bu raf ömrünü uzatmak için ürünlere katılan katkı maddeleri de mevcut. Örneğin sodyum nitrit bunlardan biri. Sodyum nitrit öncelikle meme kanseri, beyin tümörü, lösemi, pankreas kanseri gibi tehlikeli hastalıklara yakalanma riskini artırıyor. MSG denen illet ise (monosodyum glutamat) obezite, migren ağrısı, alzheimer gibi ciddi rahatsızlıkları tetikliyor. 

Raf ömrünü arttırmak ve tat vermek  için, sadece katkı maddesi eklenmiyor ki. Daha da sinsi bir tehlike var: TUZ... Tansiyon ve kalp rahatsızlıklarının en büyük nedeni olan da bu zaten.
Özetle, bu dünyada zararlı olan herşey bize güzel geliyor. Soframızı renklendiren işlenmiş et ürünleri de bunlardan biri malesef. "Hiç yemeyin" demek doğru değil ama tadında bırakmak lazım bazı şeyleri... Sağlığımız için...

Yazımın 2.bölümünde sizlere evinizde nasıl sucuk yapabileceğinizi anlatacağım. Okumayı unutmayın :)

25 Şubat 2018 Pazar

4 Büyüklerin Amblemleri

Herkese merhaba,

Bugün, hayatımızın yoğun bir kısmını ayırdığımız (erkek okurlarım için elbette) aktivite olan futbolda çok da bilmediğimiz bir konu üzerine bilgilerimi paylaşacağım.

Doğduğumuz gün üzerimize belli başlı bir taraftarlık olgusu biçiliyor. "Kızım olsun, oğlum olsun, biraz büyüsün onu maça götüreceğim" gibi söylemlerle ilk taraftarlığa adımımızı atıyoruz aslında. Galatasaraylıyız, Beşiktaşlı, Fenerli, Trabzonlu... Peki iyi tamam da, gönlümüzü, sevgimizi, zamanımızı verdiğimiz, taraftarı olduğumuz takımlarımızın amblemlerinin logolarının ne anlama geldiğini, ne zaman hangi olaylarla ortaya çıkarıldığını biliyor muyuz? Maalesef ki hayır.

İşte bugün bu sorunun yanıtlarını beraber bulacağız bu yazıda...


Galatasaray'ın Şu anki Arması:

Galatasaray'ın ilk amblemi; ağzında futbol topu taşıyan, kanatları gerili bir kartalı içeriyordu. Ancak Galatasaray Lisesi öğrencilerinden Şevki Ege tarafından çizilen bu kompozisyon geniş bir kitle tarafından benimsenmemişti. Bugünkü amblem ise 1923 yılında, yine lise öğrencilerinden Ayetullah Emin tarafından çizildi. Yeni çizim, geometrik çizgilerin uyumlu kullanılmasıyla iç içe geçmiş sarı-kırmızı renklerde "GS" harflerini içermekteydi. İlk olarak Ayetullah Emin ve Şinasi Şahingiray tarafından çıkarılan haftalık bir mecmuada kullanılan bu kompozisyon çok da beğenildi. Bunun üzerine resmî amblem olarak kabul edilmesi için teklif yapıldı. Teklif alkışlar arasında ittifakla kabul oldu. Eski harfler Gayın ve Sin, daha sonra latin alfabesine geçilmesiyle yerini G ve S harflerine bıraktı. Zaman zaman duyuyorum, Galatasaray'ın ilk ambleminin Rumca, Ermenice simgeler taşıdığına ilişkin cahilce yorumlar geliyor. 


Fenerbahçe'nin Bugünkü Arması:

Bugün yüzbinlerce formayı, eşofmanı, bayrağı süsleyen Fenerbahçe Kulüp Amblemi 1910 yılında, kulübün 33 numaralı yönetim kurulu üyesi ve devrinin "Penaltı Kralı" olarak bilinen sol açık Topuz Hikmet tarafından çizilmişti. Amblemin klişesi o tarihlerde Manchester'de bulunan Tevfik Taşçı Bey'e yollandı. İlk amblem 1910 yılında İngiltere'de yapılmıştı. Beş renkten oluşan amblemde Fenerbahçe Spor Kulübü 1907 yazısını taşıyan beyaz çerçeve temizlik ve açık yürekliliğin, kırmızı ton sevgi ve bağlılığın ifadesi olup Türk bayrağını sembolize ediyordu. Ortada bulunan sarı lacivert kalp şeklindeki sarı, Fenerbahçe'ye duyulan gıpta ve kıskançlığı, lacivert ise soyluluğu tasvir etmekteydi. Bu iki renk arasından yükselen palamut dalı ise, Fenerbahçelilik'in kudret ve kuvvetinin ifadesiydi. Yeşil renk ise yükselen bu kudret için başarının mukadder oluşunu gösteriyordu.


Beşiktaş'ın Bugünkü Arması:


Armadaki ilk beyaz çubuk biri (1),
üç siyah çubuk üçü (3),
ikinci beyaz çubuk da ikinci biri (1) ifade eder. 

Armanın tümü dokuz parçadan oluşmaktadır ki, bu dört rakam yan yana geldiği zaman Hicri takvimdeki 1319'u meydana getirmektedir. Bu rakamın Rumi yıl karşılığı ise Beşiktaş Kulübünün kuruluş yılı olan 1903'tür.
 
Devletin, Balkan savaşından yenik ayrılması ülkede ve gençlikte büyük üzüntü yaratmıştı. Adı daha sonra "Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü" olarak değiştirilen kulübün üyeleri Balkan savaşlarında verilen kayıpların anısına renkleri içinde bulunan kırmızıyı siyaha çevirmeye ve Balkan toprakları geri alınıncaya kadar spor alanlarında siyah-beyaz renklerle mücadele vermeye karar verdiler. Ama ondan sonraki yıllarda Balkan toprakları geri alınamayınca Beşiktaş'ın renkleri kırmızı-beyaz'a döndürülmeden siyah-beyaz olarak kaldı.



Trabzonspor'un Bugünkü Arması:

Trabzon'da uzun yıllar süren İdmanocağı-İdmangücü rekabetinde Sarı-Kırmızı ve Yeşil-Beyaz renkler hâkimdi. Trabzonspor'un renkleri bu renklerin dışında olmalıydı. Trabzon'u ve Karadeniz'i simgeleyen renkler aranıyordu. Bu konuda yarışma açılması da gündeme geldi ancak sonra vazgeçildi. Çeşitli toplantılar düzenlendi. Dört toplantıdan sonuç alınamayınca 5.toplantıda her şeyin bitirilmesine karar verilecekti. Artık taraftarın da sabrı kalmamıştı çünkü. Dönemin Federasyon Başkanı Orhan Şeref Apak sorunu çözmeye çalışırken Federasyon Genel Müdürü Ulvi Yenal'ın makamında toplanan taraflar, iki kulübün renklerinden farklı bir rengin seçilmesi üzerinde yoğun tartışmalar gerçekleştirdiler. Yaşanan gelişme üzerine sabrı taşan Yenal iki kulübün temsilcilerinden birer renk seçmesini talep etti. İdmanocağı grubu "koyu bordo", İdmangücü ise "açık mavi" üzerinde görüş bildirdi. Sonuçta Trabzonspor'u kuran iki köklü kulüp renk konusunu "BORDO-MAVİ" diye karara bağladılar. 








22 Şubat 2018 Perşembe

Çocuklarınızı Bu Çizgi Filmlerden Uzak Tutun !!

Bugün değineceğim konu önemli olduğu kadar anne babaları yakından ilgilendiriyor. 

Evlat sahibi olan dostlarıma ve diğer tüm anne babalara bu yazıyı şiddetle okumalarını öneriyorum. Zira, çocuklarımızın psikolojisini ve daha da önemlisi geleceğini şekillendirecek bu konuya hassasiyetle eğilmemiz gerektiği düşüncesindeyim. 

Çocuklarımızın daha çok küçük yaştan itibaren TV karşısında kısmi eğitimlerini sağlayan nice programlar var. Çocuk dizileri, çizgi filmler, yaratıcılığı ön planda tutan yarışmalar vesaire vesaire... Hangisinde daha çok zaman harcıyorlar, aslında bunu hepimiz biliyoruz. Tabii ki çizgi filmlerde. Geçtiğimiz haftalarda yeğenimin izlediği, bir takım subliminal mesajlar içerdiğini farkettiğim bir çizgi film, bu yazıyı yazmama neden oldu. Haydi şimdi,  masum görünen bu programları izleyen çocuklarımızı bekleyen büyük tehlikelere hep birlikte bakalım. 

ESRARENGİZ KASABA


Son derece masumane ve çocukların ilgisini çeker görünen çizgi film aslında tam bir gizli içerik canavarı. Yazıyı hazırlamama vesile olan çizgi film... Bu çizgi film, araçlarıyla gizemli yerleri gezip keşfetmeye çalışan bir grup miniği ve onlara rehberlik eden bir adamı (Stan) konu alıyor. Her nasılsa bu çizgi filmde subliminal mesajlar gizlenmiyor, adeta alenen çocuklara empoze ediliyor. Gelelim bu çizgi filmde verilmeye çalışılan bir iki açık mesaja:

- Stan, filmdeki erkek çocuk karakterine, olabildiğince fazla sayıda kız çocuğuyla birlikte olmasını, bunun ona tecrübe kazandıracağını ve zorda kaldığında kızları terkedip gitmesinin kendisine asla zarar vermeyeceğini öğütlüyor. Bunu öğüt edinen erkek çocuklarımızın daha bu yaşlarda okulda yada başka arkadaş ortamlarında neler yapabileceğini sadece hayal edin derim.

- Stan denen bu karakterin başındaki şapkaya, ki biz buna "FES" diyoruz, dikkat etmenizi rica edeceğim. Sadece ona değil, fesin üzerindeki "hilal" imgesine de dikkatinizi çekmek isterim. FES, hepimizin bildiği üzere bir takım arap ülkelerinde halen müslüman halk tarafından kullanılmakta. Burada islamafobik mesaj vermeye çalıştığı da gayet açık.

Subliminal mesajların burada sınırlı kaldığını düşünmeyin, dahası da var.

Taa kendi jenerasyonumuz zamanından gelip de bizlerin dahi farkedemediği çizgi filmlerin çocuklarımıza ne mesajlar verdiğini, çeşitli görsellerle de aktarmaya çalışacağım:

TANGLED : KARMAKARIŞIK 
(Afişteki Gizli Mesajı Görebildiniz mi?)



ASLAN KRAL - LİON KİNG
(Aslan Kral'ın Afişindeki Gizli Erotik Mesaj)



NİNJA KAPLUMBAĞALAR 
(Michalengelo'nun Hareketine Dikkat)
  

KELOĞLAN 
(Bu sahnenin çizgi filmde anlatmak istediği nedir, neden bu sahne konulmuş olabilir?)


POKEMON
(Pornografik içerikli sahnelere gerek var mıydı bu macera konulu çizgi filmde?)


FAMİLY GUY 
(Bu tip mesajlar aslında birçok çizgi filmde yer alıyor.)


SİMPSONS 
(Illuminati simgeleri ve Tek Göz RA imgesi.)


SÜNGER BOB - SPONGE BOB
(Mason Locaları tarafından ayinler ve toplantılarda kullanılan kepler ile Tek Göz İmgesi burada da kendini alenen gösteriyor.)


BUGS BUNNY


En çok bildiğimiz ve severek de izlediğimiz, 7'den 70'e herkesin bildiği Amerikan çizgi film sektörünün en güçlü karakterlerinden biri de Bugs Bunny'dir. Dünyanın her yerinde onu herkes inanç ve ideoloji farkı gözetmeksizin biliyor ve izliyor. Oldukça şirin çizilmiş bu karakter çok şirin olsa da aslında ırkçı, sadist ve yılışık bir kişiliği sahip. 

Sevgi, dostluk ve yardımlaşmayı asla bilmiyor. İzleyenlerine kurnaz ve hilebaz haliyle ahlaksızlığı öğretiyor. Hiçbir zaman kaybetmediğini hepimiz biliyoruz. Kazanmak için her yolu mübah görüyor ve daima hile yapıp, yalan söyleyip etrafındakileri aldatıyor. Yalan mı? 


Bunlar gibi daha birçok örnek sayabilirim size. O kadar çok ki, hangisinden çocuklarımızı uzak tutabiliriz bunu bile kontrol etme şansımız düşük görünüyor. Diğer yandan bu anlatılanları "paranoya nöbeti" gibi görmeniz de mümkün elbette. Bu tabii ki siz okuyucularımın tasarrufuna kalan bir durum, ancak bunca tesadüfün bir araya gelişi de çok masum görünmüyor göze.
  

20 Şubat 2018 Salı

Yeşilçam Efsanelerinin Son Halleri (4)

Yazı dizimin 4. ve son bölümündeyiz artık... Bu son bölümde geçmiş ve günümüzde kısa gezintilerle sinemamızın ustalarına değinmeye çalışarak diziyi sonlandıracağım.

KENAN KALAV (Tutku - Şerif Ali)


ALİ TAYGUN (Şekerpare - Galatalı)


KADİR İNANIR (Selvi Boylum Al Yazmalım - İlyas)


İBRAHİM TATLISES (Mavi Mavi - İbrahim)


ENGİN ÇAĞLAR (Hasret - Ferdi)


BÜLENT İĞDİRLİOĞLU (Hababam Sınıfı - Kalem Şakir)


AJDA PEKKAN (Taçsız Kral - Hülya)


AYŞEN GRUDA (Şekerpare - Peyker)


BANU ALKAN (Nikah Masası - Bahar)


BİLGE ZOBU (Kapıcılar Kralı - Apartman Yöneticisi Albay)


Yeşilçam Efsanelerinin Son Halleri (3)

Serinin 3.bölümündeyiz. Yaşayan efsanelerle yolculuğumuz sürüyor...

GÜLŞEN BUBİKOĞLU (Ah Nerede - Zehra)


İZZET GÜNAY (Vesikalı Yarim - Halil)


METİN AKPINAR (Propaganda - Rahim)


SEZER İNANOĞLU (Sezercik)


TÜRKAN ŞORAY (Sultan)


YASEMİN YALÇIN (Sürahi Nine)


İLKER İNANOĞLU (Yumurcak)


SALİH GÜNEY (Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler - Prens)


ZAFER ERGİN (Kurtlar Vadisi - Baron Mehmet Karahanlı)


ŞEMSİ İNKAYA (Gırgıriye - Bekir)


Devrim niteliğindeki DeFi Protokolü IPOR 22 Mart 2023'te Bitget'te listelenecek

  Bitget, geleneksel finans oyuncuları için IPOR pratik çözümü ile DeFi ve TradFi arasındaki boşluğu dolduracak Victoria, Seyşeller, 20 ...