O, Harem dünyasına adım attığı o günlerde, Ukraynalı bir
papazın üç kızından en küçüğüydü. Son zamanlardaki süksesiyle blogumda paylaşmak adına benim için de ilginç bir karakter olduğunu göstermiş oldu.
Roxelane'in aslında güzel bir kız olduğu söylenemezdi. Hayatının hiçbir döneminde de klasik anlamda güzel olmadı. Çok daha sonraları tarihçiler onu 'alımlı' olarak tarif edeceklerdi sadece... Ama tarihe; çirkinliği ya da güzelliği ile değil, Osmanlı'nın en güçlü kadını, "Hürrem Sultan" olarak geçecekti.
Roxelane, hareme alınıp eğitim görmeye başladığı
zaman henüz 15-16 yaşlarındaydı. Ama bu genç kız haremin hiçbir kuralına
uymuyor, asi ruhunu kimse bastıramıyordu. Eğitimini aksatmıyordu ama yaptığı
çılgınlıklar yüzünden haremağası sonunda onu haremden kovdu!... Ama bir cariyenin
saraydan atılmasını talep etmek için Süleyman'ın huzuruna çıkması şarttı.
Ve böylece bu çılgın kız kendini padişahının ayakları önünde
buluverdi. Zaten Sultan Süleyman da bu kızı çok merak etmekteydi.
Kanuni ve
Hürrem'in karşılaşması kuşkusuz koca bir imparatorluğun kaderini etkileyecekti.
Huzuruna getirilen genç cariye, Kanuni'yi ilk anda etkiledi. Dans sahnesini hepimiz iyi kötü hatırlamaktayız. Roxelane,
"Haremde kalıp herkese hizmet etmek yerine padişahın ayakları dibine oturup
o'na hizmet etmeyi hayal ettiğini" anlatmaya başladı. Öylesine tatlı, rahat
ve kendinden emin konuşuyordu ki Süleyman onu bir saate yakın dinledi. Daha sonra genç kızı elinden tutarak sevgiyle yanına oturttu ve hayatı boyunca
dönmeyeceği bir söz verdi:
"Bundan böyle senin adın can yakıp yürek
tutuştururcasına gülen anlamında Hürrem olsun. Sen artık can yoldaşım,
gönül ortağımsım, mutluluğumu da, dertlerimi de, sıkıntılarımı da paylaşan
olacaksın.
Tarihin bu sayfasını araştırırken sultanın Hürrem'e söylediği şu söz epey ilgimi çekmişti : "İçimde hep hissettiğim, ama adını koyamadığım hasret meğersem ki senmişsin."
Ve o andan itibaren Hürrem, Kanuni'nin önce gözdesi, sonra da sultanı oldu.
Hürrem Sultan saraya geldiğinde Kanuni'nin Mahidevran isimli bir başka cariyesinden Mustafa isimli bir oğlu vardı. Mustafa, zamanla çok sevilen bir şehzade haline geldi. Mustafa'nın, Kanuni'den sonra padişah olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Bu da Mahidevran Sultan'ın, haliyle Valide Sultan olacağı anlamına geliyordu. Ama Kanuni'nin ayaklarının dibine oturup yumuşak sesle konuşan Hürrem'in hırslarının ne boyutlara varabileceğini kimse hesap edemezdi.
Hürrem, sessiz ve derinden bir
mücadeleye başladı. Rakiplerini
ortadan kaldırıp kendi çocuklarını tahta çıkarmak için attığı adımları kimse
durduramayacaktı. Bu arada kızı Mihrimâh dünyaya geldi. Ama yine aynı
günlerde Kanuni'nin bir başka cariyeden Murat adı verilen bir şehzadesi
daha olacaktı. Mustafa ve Murat'ın yaşaması demek Hürrem'in çocuklarının hiç
birinin tahta çıkamayacağı anlamına geliyordu. Özellikle Şehzade Mustafa
saray büyükleri tarafından çok sayılıp seviliyordu. Oysa Hürrem bir örümcek
titizliği ile örmüştü ağlarını. Ama bir engel vardı önünde; Sadrazam Pargalı
İbrahim Paşa.
İbrahim Paşa Parga'lı bir köleyken, Kanuni'nin gözüne girmeyi başarmış, sadrazamlığa kadar yükselmiş, üstelik padişahın kız kardeşi ile evlenmişti... İbrahim Paşa, Kanuni Süleyman'a ve oğlu Mustafa'ya gönülden bağlıydı. Ve gözü, hiç sevmediği Hürrem'in üzerindeydi. Kısaca zor bir hedefti İbrahim... İşte bu gözler üzerinde olduğu sürece hiç bir şey yapamayacağını anlayan Hürrem, hemen ilk sıraya sadrazam Pargalı'yı aldı. Ama acele etmemeliydi. Her şeyin bir zamanı vardı.
Bu arada Hürrem Sultan gerçek anlamda Kanuni'nin baş danışmanı olarak çalışıyordu. Padişah onsuz hiçbir karar almazdı. Devlet yönetiminde etkili olan Hürrem, o günlerde Doğuda sürekli problemler çıkaran İranlılarla savaşı destekledi ve sonuçtaki galibiyette onun da imzası oldu. Devlet işlerindeki bu becerisi, imparatorluğa en parlak günlerini yaşatacaktı. Diğer yanda Ruslar ve Lehlerle yani Polonya kökenlilerle barış içinde yaşanılmasını sağladı.
Kızı Mihrimah'ın yanı sıra padişaha üst üste dört şehzade daha doğurdu Hürrem; Abdullah, Selim, Bayezid ve Cihangir... Artık kendisini Pargalı İbrahim Paşa ile baş edebilecek güçte hissediyordu, planını uygulamaya koyabilirdi. İmparatorluk sınırlarını genişletmekten, devleti zenginleştirmekten başka düşüncesi olmayan Sultan Süleyman ise hep seferlerdeydi. Hürrem Sultan bu yüzden ona özel ulaklarıyla mektup üzerine mektup gönderiyordu. Bunlar aşk mektupları olduğu kadar 'iş' mektuplarıydı da... İşte bu mektuplardan birinde, kendisine her zaman inanmaya hazır olan Süleyman'ı, Pargalı'nın sultanlığını ilan etmeye hazırlandığına ikna etti. Karısına inanan padişah, Pargalı'yı boğdurarak öldürttü.
Hürrem hiç bir zaman tek bir hedef üzerine
yoğunlaşmadı. Saltanatı tam olarak elinde tutmak için kızı Mihrimah
Sultanı da, Rüstem Paşa ile evlendirdi ve damadını hemen sadrazam
yaptı. Bu sezonun bölümlerinde ufak ufak bunlara da giriyor yapımcılar zaten... O günlerde Mihrimah Sultana aşık olan bir başka isim daha vardı ama onun
bu karanlık entrikalar arasında hiç şansı yoktu. Kim mi bu adam... Çoğumuz bilmez ama Mimar Sinan...
Ama Mihrimah ile hiçbir zaman evlenemedi. Adı tarihe, dünyanın en büyük
mimarı ve sanatçılarından biri olarak geçti. Bu karşılıksız aşkın buruk öyküsüne başka bir çalışmamda değineceğim. Hürrem'in tarifi mümkün olmayan hırsının sonucu olarak Kanuni'ye kendi öz oğlunu, Mustafa'yı nasıl öldürttüğünü
de ben anlatmayayım; yakın bölümlerde inceden inceden bunları da göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder