30 Eylül 2012 Pazar

Los Turcos - Deportivo

Geçtiğimiz günlerde televizyonda İspanya Ligi maçlarından birini seyretmekteyken gözüme hoş ve bir o kadar da ilginç bir kare çarptı. Bir Türk takımıyla oynanmıyor olmasına rağmen statta Türk Bayrakları dalgalanmaktaydı. Araştırdım; işin tarihi gerçekliğini buldum. Futbola ilişkin olmasından ötürü konunun bayan arkadaşlarımın ilgisinden uzak olacağını düşünmekle birlikte yine de ilginç olabileceğini de düşünerek tüm arkadaşlarımla paylaşmayı istedim.
Hikayenin aslı şu : 

Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli denizcilerinden Barbaros Hayrettin Paşa, donanmasıyla İspanya'ya hücum etmişti. İspanya'nın Galiçya Bölgesinin gençleri de, Barbaros'a çeşitli konularda yardım ederek Vigo kentinin büyük tepkisini çekti. Vigo halkı Galiçya'nın, Barbaros'a verdiği destek nedeniyle Coruña'da yaşayanlara, "Türkler" demeye başladı. Coruña halkı da, Celta Vigo'lulara, Portekizlilere yakınlıkları sebebiyle, "Hain" yakıştırması yaptı. Bu yıllarca böyle sürüp gitti.



İki komşu şehir arasında yaklaşık 500 yıldır süren gerilim günümüzde yerini futboldaki rekabete bıraktı. Deportivo La Coruña taraftarı günümüzde halen statları Estadio Riazor'u dev Türk bayrakları ile süslerken, genellikle Celta Vigo ve Avrupa Kupalarında Yunanistan takımları ile eşleştiklerinde oynadıkları maçlarda İstiklal Marşı'nı da okumaya devam ediyor.

13 Eylül 2012 Perşembe

GALATASARAY ... Bir Efsanenin Doğuş Hikayesi

Bir Galatasaraylı olarak taraftarı olduğum kulübün tarihine değinmek istiyorum biraz da... Bu yazımda ezeli rakiplerimiz, ebedi dostlarımıza ne bir dokundurma ne de ince bir alay söz konusu olacak. Sadece Galatasaray'ın doğuş hikayesiyle karşınızdayım...






Galatasaray Spor Kulübü, Türk Spor Tarihi'ndeki öncü olma özelliğini hiç kuşkusuz içinden doğduğu ve yine öncü bir kurum olan Galatasaray Lisesi'nden (Mektebi Sultani) almıştır. Okul ile kulüp arasındaki bu bağ, yadsınamayacak bir gerçeklik ve övünç kaynağıdır biz Galatasaraylılar için... Ancak bunu da çok az kişi bilir. Devlet adamı yetiştirmek amacıyla II.Beyazıt tarafından 1482'de kurulan mektep, adını kurulduğu bölgeden alır ve "Galata Sarayı" olarak anılmaya başlar.

Okul modern konumuna 1 Eylül 1868'de Sultan Abdülaziz döneminde kavuşur. Okul' un yeniden yapılanmasıyla birlikte, Türkiye'de de gerçek anlamıyla ilk sportif çalışmalar başlamış olur ve okulda Beden Eğitimi dersi jimnastikçi 'Monsieur Curel' tarafından eğitim programına konur. Bu atılımlar gerçekten bir devrim niteliği taşımaktadır aslında... Curel, modern aletler eşliğinde çalıştırdığı öğrencilerini sportif açıdan geliştirirken, 1870 yılında onlar için Kağıthane'de bir idman Bayramı düzenler. Etkinlikte başarı gösteren sporcular değişik ödül ve madalyalar kazanır ve yarışmaların sonunda öğrencilere "kuzulu pilav" ikram edilir. Bu da, sonraki yıllarda bir başka geleneğin başlangıcını oluşturur.

Curel'den sonra görevi devralan yabancı spor hocaları (M. Moiroux, Signor Martinetti, Stangali gibi), jimnastik ve atletizmin yanı sıra, değişik branşlara da eğilerek (yüzme, kürek, aletli jimnastik), bir ilki daha başlatmış olurlar. Bu çalışmaların ürünü çok geçmeden alınmaya başlanır ve adı Türk Spor Tarihi'ne altın harflerle yazılan Faik Üstünidman'ın yanı sıra, Binbaşı Mazhar Kazancı, Abdurrahman ve Ahmet Robenson kardeşler GS Lisesinde görev alıp, izcilik, tenis, hokey gibi spor dallarının öğrenciler arasında yaygınlaşmasını sağlarlar. Özellikle Üstünidman'ın ön ayak olmasıyla, öğrenciler futbolla tanışırlar. Ama oynanan futbol, bir kör dövüşünden farklı olmayan ve kural tanımayan bir koşuşturmayı andırmaktadır. Ama futbol lisenin Tören Kapısı'ndan adımını atmış ve tam bir salgına dönüşmüştür. 1901 yılında İstanbul'da yaşayan iki İngiliz, James La Fontaine ve Horace Armitage, Rum ve İngiliz oyunculardan oluşan Kadıköy Futbol Kulübü'nü kurmuşlar ama 1903'te takımdaki İngilizler bir anlaşmazlık sonucu ayrılarak Moda Kulübü'nü oluşturmuşlardır. 1904 yılında ise bu kulüpler, Imogen, Elpis, Strugglers takımlarıyla anlaşarak, İstanbul Futbol Birliği'ni hayata geçirmişler ve bugünkü Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın yerinde bulunan "Union Club-İttihat Spor" sahasında düzenli karşılaşmalar yapmaya başlamışlardır. Görüldüğü gibi bu takımlar yabancı ya da azınlık takımlarıdır. Türk olmayan ekiplerin gerçekleştirdikleri bu ilk futbol karşılaşmaları, GS Liseli öğrencileri hem yakından ilgilendirir hem de çok üzer. Artık onların amacı, kendi futbol kulüplerini kurmak, ölesiye sevdikleri bu oyunun kurallarını "hatmetmek" ve yabancılarla boy ölçüşmektir.


"Türk Olmayan Takımları Yenmek"

Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen, "Ellinci Yıl" kitabında kuruluş öyküsünü şöyle anlatır: "1 Teşrin 1905'te mektebin beşinci sınıfında edebiyat muallimimiz merhum Mehmet Ata Bey'in dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek Galatasaray'da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik. İlk müteşebbisler oyuna ve mücadeleye meyyal arkadaşlardan Asım Tevfik Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver, Kamil... gibi gençlerdi. Mektepte tahsilde bulunan Bulgar ve Sırp talebesinden çevik ve kuvvetli olanlar da bize iltihak etmişlerdi. Asım'ı muhasebeciliğe, Cevdet'i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de Reis olmuştum. Asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakta mahir olduğu için kendisini muhasebeci yapmıştık. Ben Reisliği topu yağlayıp şişirmekle almıştım. Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten varımız yoğumuz da toptu. Mektebe gelirken domuz sokağından geçer, domuz yağı alırdım. Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana herkesten fazla paye vermişlerdi. Yani o zaman Reisliğe ve diğer vazifelere payeyi, en çok çalışan kazanırdı. Cevdet de ikinci Reisliği formaları yıkadığı için almıştı."


Ali Sami Yen Fotoğrafı
"Galata Sarayı Efendileri"

Kulübün adının Gloria (Zafer) ya da Audace (Cesaret) konulması yolunda görüşler ortaya atılmışsa da, sonuçta Galatasaray olmasında anlaşmaya varılmıştı. Araştırmacı Cem Atabeyoğlu, Galatasaray adının, bu takımın yaptığı ilk maçta Rum ekibini 2-0 yenerken, seyircilerin onlardan "Galata Sarayı efendileri" diye söz etmelerinden doğduğunu yazar. Bunun üzerine kurucular da ismi benimserler ve "Adımız Galata Sarayı olsun" derler.






"Efsane Kurucularımız"

1905'ten 1919'a kadar Galatasaray Spor Kulübü'ne Başkanlık yapan, mektebin 889 numaralı öğrencisi Ali Sami Yen, inci gibi elyazısıyla tuttuğu Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü ıhsaiyet Defteri'nin (Sayım-İstatistik Defteri) 181 ve 182. sayfalarında kurucu 13 üyeyi şöyle sıralar: 1-Ali Sami Yen; 2-Asım Sonumut; 3-Emin Bülend Serdaroğlu; 4-Celal İbrahim; 5-B. Nikolof; 6-Milo Bakiş; 7-Pol Bakiş; 8-Bekir Sıtkı Bircan; 9-Tahsin Nahit; 10-Reşat Şirvanizade; 11-Hüseyin Hüsnü; 12-Refik Cevdet Kalpakçıoğlu; 13-Abidin Daver. 1905'te Osmanlı İmparatorluğu'nda bir dernekler yasası bulunmadığından, Galatasaray Spor Kulübü yasal olarak tescil edilme olanağını bulamamıştır. 1912 yılında Cemiyetler Kanunu çıkarıldıktan sonra, kulüp yasal bir kimlik kazandı. Yetkili makamlara kulüplerin tüzükleriyle birlikte, kurucu üyelerin ad ve adreslerinin de bildirilmesi zorunlu tutulduğundan, istifa eden ya da eğitimlerini tamamlayarak ülkelerine dönen üyeler ilk listeden çıkarılmış ve 1 Eylül 1913'te kurucu liste yeniden düzenlenmiştir. Kurucu üyelerin yeni sıralaması şöyle gerçekleşmiştir: 1-Ali Sami Yen; 2-Asım Sonumut; 3-Emin Bülend Serdaroğlu; 4-Celal İbrahim; 5-Bekir Sıtkı Bircan; 6-Reşat Şirvanizade; 7-Refik Cevdet Kalpakçıoğlu; 8-Abidin Daver.






"Sarı - Kırmızı Renkler Nereden Geldi?"





Galatasaray Spor Kulübü'nün ilk renkleri kırmızı-beyazdı. Bayrağımızın renklerinden esinlenerek seçilen bu renkler, dönemin baskıcı ve paranoyak yönetimi tarafından kuşkuyla karşılanmış ve futbolcular sıkı bir takibe alınmışlardı. Bu nedenle, sarı-siyah renkler gündeme gelmiş ama bunlar da kalıcı olmamış ve Galatasaray bugünkü renklerine kavuşmuştu. Bu renklerin öyküsünü Ali Sami Yen'den dinlemeli : "Birçok yerleri dolaştıktan sonra, nihayet Bahçekapı'daki Şişman Yanko'nun dükkanına gidilerek orada zarif iki yünlü kumaşa tesadüf ettik. Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, mahirane bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirdi. Bir saka kuşunun başı ile kanadının yarattığı renk güzelliğine benzer bir parlaklık hasıl oldu. Ateşin içindeki renk oyunlarını görür gibi olmuştuk. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldamasını tasavvur ediyor ve bizi derhal galibiyetten galibiyete götüreceğini tahayyül ediyorduk. Nitekim de öyle oldu."





"Cimbom İsminin Hikayesi..."





Kulubün kurulduğu 1905 yılından itibaren bazı sloganlar kuluple özdeşleşmiş ve tarihsel bir boyut kazanmış. Bu sloganlardan en ekisi Galatasaraylı Ruşen Eşref Ünaydın a ait olan "Dayan Galatasaray" sloganıymış. 1924 yılından itibaren yepyeni bir slogan "RE RE RE RA RA RA GALATASARAY GALATASARAY CİM BOM BOM " ortaya çıkmış... Mektepli mektepsiz binlerce Galatasaraylı artık bu sloganla takımı coşturmaya başlamış maçlarda. Bu sloganı Türkiye'ye getirense Sabit Cinol isimli bir Galatasaray gönülseveri... Cinol, eğitim için İsviçre'ye gidiyor bir dönem; burada Servette kulubünde top koşturmaktayken bu takımın sloganından esinleniyor ve Galatasaray'a uyarlıyor. 75 yıllık bu tarihi slogan bugün takımımız ile özdeş bir isim halini almış durumda...






8 Eylül 2012 Cumartesi

Destansı Bir Öykü

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yok o çağda... Bu durum yabancı kavimlerin işine elbette ki gelmiyor. Yabancı kavimler birleşiyor, Türkler'in üzerine yürüyorlar. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya toplayıp çevresine hendek kazıp beklemeye koyuluyor. Düşman gelince uğraş ve vuruşma da başlıyor; 10 gün savaşılıyor. Sonuçta Türkler üstün geliyor. Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hükümdarları toplanıp karar birliğine varıyorlar:  "Türkler'e hile yapmazsak halimiz nicedir"



Plana göre düşman kavimler, tan ağardığında baskına uğramış gibi ağırlıklarını bırakıp kaçmaya başlıyorlar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar" deyip artlarına düşüyor. Tuzaktan da bi haberler... Düşman, Türkler'i görünce birden dönüyor ve yeniden vuruşma başlıyor. Hazırlıksız yakalanan Türkler yeniliyorlar tabi. Yabancı kavimler, Türkler'i kılıçtan geçirerek çadırlarına kadar geliyor. Büyükleri sağ konmuyor, küçükler tutsak ediliyor.


O çağda Türkler'in başında birçok oğlu olan İl Kağan var. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları ölüyor. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmiş olan İl Kağan'ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni var; o da sağ... Malesef ki savaşın sonunda Kayı ile Tokuz Oguz tutsak haldeler... On gün sonra ikisi de karılarını alıyorlar ve bir yolunu bulup tutsaklıktan kurtularak kaçıyorlar. Türk yurduna dönen Kayı ve Tokuz Oguz burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buluyor. Oturup istişare ediyorlar ve diyorlar ki "Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım." Kararlarını veren iki kuzen sürülerini de alıp dağa göç ediyor. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere varıyorlar sonunda. Vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar bulunuyor. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrediyorlar elbette. Kışın hayvanlarının etiyle beslenip yazın sütlerini içiyorlar. Derilerini giyiyorlar. Barındıkları ve çoğaldıkları bu ülkeye "Ergenekon" adını veriyorlar.


Zaman geçiyor, çağlar akıyor; bu çağda Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oluyor, kısacası yavaştan yavaştan kavim halini alıyorlar. Kayı'nın Tokuz Oguz'a göre daha fazla evladı oluyor. Kayı'dan olma çocuklara Kayat adını veriyorlar. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar diyorlar, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da saklanıyor; çoğalıyor ve çoğalıyorlar. Aradan 400 yıl geçtikten sonra kendileri ve sürüleri o denli çoğalmış oluyorlar ki Ergenekon'a sığamaz hale geliyorlar. Çare bulmak için kurultay toplanıyor."Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım."

Ergenekon DestanıTürkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aramaya başlıyorlar ancak bu yol bulunamıyor. O zaman bir demirci çıkıyor ve diyor ki; "Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir." Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizip dağın altını, üstünü, yanını, kısacası yönünü odun-kömürle dolduruyorlar. 70 deriden 70 büyük körük yapıp, 70 yere koyuyorlar. Tengri'nin de yardımıyla demir dağ kızıp eriyor, akıveriyor. Bir yüklü deve çıkacak şekilde yol oluyor.

Rivayete göre gök yeleli bir "Bozkurt" çıkıyor karşılarına, nereden geldiğiyse bilinmeyen. Türk'lerin önünde dikilip duruyor ve herkes anlıyor ki bu Bozkurt onlara yol gösterecek. Bozkurt önderliğinde Ergenekon'dan çıkıyorlar. Türkler Ergenekon'dan çıktıkları o günü bayram belliyorlar. Her yıl o gün büyük törenler yapılıyor. Bir parça demir ateşte kızdırılıp önce Türk Kağanına veriliyor ve o da kıskaçla bu demiri tutup örse koyarak çekiçle dövüyor.



Ergenekon'dan çıktıklarında Türkler'in Kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt)... Börteçine bütün illere elçiler gönderip Türkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildiriyor. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler'in buyruğu altına girene kadar. Bunu kim iyi karşıladıysa, Börteçine'yi Kağan kabul ediyor; Kim iyi karşılamadıysa, karşı çıkıyor. Karşı çıkanlarla savaşılıyor tabi ki ve Türkler hepsini teker teker yeniyor. Sonunda Türk Devleti'ni dört bir yana egemen hale getiriyorlar.

Devrim niteliğindeki DeFi Protokolü IPOR 22 Mart 2023'te Bitget'te listelenecek

  Bitget, geleneksel finans oyuncuları için IPOR pratik çözümü ile DeFi ve TradFi arasındaki boşluğu dolduracak Victoria, Seyşeller, 20 ...