27 Ağustos 2020 Perşembe

SARPDERE'DE KAMP

Merhaba kampsever dostlar,

Bugünkü blog yazımda sizlere yıllardır aklımda olan ancak yolumun bir türlü düşmediği, düşemediği Kırklareli longoz ormanlarının sıklığıyla bilinen Sarpdere Geçidi'nden bahsedeceğim.


İlk planlamamı yalnız başıma yapmış olmakla birlikte tesadüfen benim gibi kamp hayatını benimsemiş, buna gönül vermiş bir dostumu da yanıma aldım ve yola çıktık.

Koray'ın bu konuda desteği yadsınamaz. Birtakım tecrübelerimizi paylaşırken unutulmaz bir gün yaşadığımızı söylemem gerekiyor.

İstanbul Ümraniyeden yaklaşık 227 km uzaklıkta Kırklareli'ne bağlı Üsküp köyünden geçerek Sarpdere Geçidine geldik. Yol yaklaşık 3-3,5 saat sürdü diyebilirim.

Lüleburgaz merkezde güzel bir kahvaltı sonrası, anayoldan ayrılarak köylerin arasından geçerek Üsküp koyüne ulaştık önce... Burada alışveriş imkanı kısıtlı olsa da yine de "kampta konfor aramayacaksın" sözüme destek çıkarcasına, bizi gün ve gece senteziyle çıkaracak gıda malzemelerimizi aldık. Bu köyden itibaren hızınıza göre yol 40-45 dk daha sürebiliyor. 

Kamp yerine vardığımızda gördüğümüz manzara Korayla beni adea büyüledi. Zaten kapıda bizi karşılayan Erhan -ki bahsi geçen arkadaş ilgili kamping alanının işletmecisi- bizi öyle bir yerde ağırladı ki, planlamamızın bile ötesinde bir durumla karşılaştık.


TAM BİR DERE KAMPI...

Aracı parkettiğimiz alanın hemen 5 mt ötesi Sarpdere olarak geçiyor. Burada suyun sıcaklığı sanıyorum 5 derece falandır. Koray'ın şort mayosu yoktu, biraz beni seyretmek durumunda kaldı ancak ben o suya girmeden zaten yapamazdım.

Kısa bir dere keyfinden sonra çadırlarımızı derenin kenarına kurduk. Burada haşere-sinek hususunda aman aman bir sorun yaşamasak da kampın raconlarındandır; çadır kapısı mutlaka gece yatana dek kapalı kalmalıdır. Bu ufak ve önemsiz gibi görülen önlem çadırınızın içini her türlü böcek, sinek, sürüngen hatta yabani hayvan saldırısından koruyacaktır.


ABİ BU YAPILIR MI ŞİMDİ...

Koray'la tam dere kenarına kamp sandalyelerimizi açmıştık ki, saat 14:00 sularında kalabalık piknikçi grubu akınına uğramaya başladı lokasyon. Kültür anlamında bugüne dek hiç kimselere tek lafımız olmamıştır bu alemde ancak son ses Ankara'nın Bağları defalarca çalınınca Koray ile bir ara acaba başka bir alan baksak mı sorusunu da sorduk birbirimize...


KORAY'DAN DUPNİSA MAĞARASI HAMLESİ...

Bu durum canımızı sıksa da bunca yolu kötü bir haftasonu geçirmek için gelmediğimizi düşünerek değişik alternatifleri göz önüne aldık. O esnada Koray daha önce İbrahim'in de önerdiği Dupnisa Mağarasına çıkmayı önerdi. En azından 1-2 saat bizi gündelik piknikçilerden uzak tutacak bir hikayeye ihtiyacımız vardı.

Yürüyerek neredeyse 1 saatte varılabilecek bir lokasyonda olan Dupnisa mağarasına arabayla 5 dakikada ulaştık. Zaten epey rampa bir yol olduğundan sıcak havada tavsiyemiz dışıdır yürümek...Mağaranın girişinde 5 TL araç başı otopark ücreti kesiliyor. Aracı bıraktıktan sonra yaklaşık 50 metrelik bir alana yaygın tezgahlarda yöresel ürünler satışı yapılıyor. Reçeller, el işleri, hamur işleri satın alabiliyorsunuz. Neyse lafı uzatmayayım...

Mağaranın girişinde de bir ücret ödemek durumundasınız. Yetişkinler 15 TL öderken öğrenciler için giriş ücreti 5TL... Ancak burada dikkate değer husus, giriş ücretinden ziyade kapıdaki güvenliğin espritüel profili... "Bakmaya mı geldiniz gezmeye mi" sorusuyla kafamızda Dupnisa mağarasından daha karanlık bir izlenim bıraktı kendisi...

Mağaranın yapısı tamamen suyun şekillendirmesiyle oluşmuş sarkıt ve dikitlerden oluşuyor. Doğal klima hali söz konusu, içerisi öyle serin ki, dışarıdaki sıcaktansa saatlerinizi burada geçirmek isteyebilirsiniz. Biz yanımıza karanlık olmasını göz önünde bulundurarak fenerimizi almıştık ancak içerideki ışıklandırma oldukça yeterli. 

mağaranın dikkat çeken ikinci bir özelliği yarasaların yoğunluğu... bildiğiniz Batman mağarası... Üzerinizden salvolarda uçuş yapıyorlar.

Mağaranın girişinden çıkış yüzeyine kadar bir tırmanış söz konusu... Bunu da 200-250 adet merdiven basamağıyla gerçekleştiriyorsunuz.

Çıkıştaysa otoparka kadar uzanan ve tahtadan yapılmış basamaklar sizi karşılıyor. 


KAMP ATEŞİ OLMADAN KAMP OLUR MU... O-LA-MAZ...

Kampın raconlarından en önemlisi de kamp ateşidir bir bakıma... en azından benim için... Doğanın içerisindeyseniz zaten kendisi size herşeyi veriyor. Biz de Üsküp'ten aldığımız yiyeceklerimizi (köfte, kanat, antrikot - zenginiz ya :P) kamp ateşinde pişirmek suretiyle midemize indirdik. Tabi bu fasılda aracımda bulundurduğum mangal telini kullanmak faydalı oldu ancak mangal ateşiyle kamp ateşini karıştırmamak lazım. Zira o ateşi söndürdükten sonra biz asıl kamp ateşimizi çadırların hemen yanıbaşında yaktık. 

Kamp tek başına da güzel olabilir elbet ama yanınızda muhabbetine doyulmaz insan yada insanlar varsa o kampın tadı daha da başka olur.

Saat 03:00'e kadar ateşin başında takıldıktan sonra çadırlarımıza kıvrıldık Koray'la...


MADEN BU SAATTE Mİ ÇALIŞIR...?

Sabaha karşı 04:30 suları falandı sanırım... Bir bomba sesiyle irkildim. Ama madenlere yakın kamp alanlarında zamanında kamp atığımdan dinamit sesi olduğunu düşündüm uykuya verdim kendimi yeniden... Saat 06:00'ydı ki çadırın etrafında ayak sesleriyle uyandım yine. Bu kez Koray beni uyandırıyordu. Hafif uykulu homurdanmasından sorun olduğunu anladım. Geceyi uykusuz geçirdiği gibi yerin soğuğunu yemiş. Halbuki şişme yatağı da vardı. Meğersem sabaha karşı duyduğum bomba sesi, şişme yatağın patlama sesiymiş :):):) 

Devrim niteliğindeki DeFi Protokolü IPOR 22 Mart 2023'te Bitget'te listelenecek

  Bitget, geleneksel finans oyuncuları için IPOR pratik çözümü ile DeFi ve TradFi arasındaki boşluğu dolduracak Victoria, Seyşeller, 20 ...